Uludağ

AYŞEGÜL DAĞDA

Gençler dağa çıkıyor mu, çıkınca ne yapıyor? Kayak ve snowboardla araları nasıl? Bir hafta sonunu 4. Bonus Snow Masters, İstanbul İl Birinciliği yarışması ışığında Uludağ’daki gençlerle geçiren Çiler İlhan, kış sporlarının bugününe ve geleceğine nasıl baktıklarını duymak için kulaklarını açıp onları dinledi.

Yalanmış. “Vallahi yirmi beşinde gösteriyorsunuz…” olsa da, değil. Unutmuşum. Genç olmak, arkadaş odalarına tükenmez bir trafiğin olduğu otelde kapıları çarpıp alabildiğince gürültü yapmakmış. Sabahın üçünde uyanıp Uludağ’a varıp hiç uyumadan antremana koşmakmış. Bir odada üç beş kişi uyumaya, hatta otelde yer kalmadığı için tanımadığın bir T+Lyazarının çift kişilik yatağını paylaşmaya razı olmakmış.

Sabahın dördünde Şişli Evlendirme Dairesi’nin önünde başlayan kar maceramız benim ya da Ahmet’in tanımadığımız bir kişiyle bir Fransız yatağı paylaşması şeklinde sonlanmadıysa da yeteri kadar ilginçti. İstanbul’u sabah beş yerine altıda terk etmek; otobüs beklerken bagaj yeri bile olmayan bir minibüse doluşmak; yolda düşen plakayı almak üzere Yalova feribotundan geri çıkan minibüsün, minibüs durur durmaz hemen inen birkaç öğrenciyi Yalova’ya doğru yol almış vapurda bırakması; resepsiyonda tek kişilik oda yerine iki öğrenciyle birlikte üç kişilik bir odada kalacağını öğrenmek ve ertesi gece de odaya girince üçüncü bir öğrenciyle karşılaşıp o öğrencinin;”Ben de bu odada kalıyormuşum, hatta sizinle aynı yatakta yatacağız” demesi.

Elbette vapurda ya da yolda bırakılan kimse olmadı sonuçta; konaklamamızı, öğrenci turu sayesinde Uludağ’da bulup bulabileceğimiz en uygun fiyata, son derece konforlu Atasu Otel’de (0224/285-2071; www.atasu.com.tr) yaptık ve oda arkadaşlarım da iki harika yaratık çıktı; hem de birisi kendi kategorisinde Türkiye snowboard şampiyonu olan Çiçek, diğeri babası Uludağ’ın ilk kayak hocalarından, kendisi de tutkulu bir kayakçı Nazlı. Şans diye buna derim.

Nazlı Çınar, Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat bölümü birinci sınıfta okuyor. On iki yıldır kayak, beş yıldır snowboard yapıyor. 1938 doğumlu babası İhsan Çınar, ilk milli kayakçılardan. Birkaç yıl önce anjiyo geçirmiş, doktoru; “Kayağa devam edin” demiş. Böyle bir şey işte karda spor…
Nazlı, free-style snowboarddan ziyade Alp disiplini (yarış düzeninde) kaymayı seviyor. “Türkiye’de kayak sporu zor. Ben lisanslı sporcuyum ama hiçbir kolaylık yok… En kısa piste beş çıkış on beş YTL ve bu benim iki dakikamı bile almıyor. Uludağ’da her şey ticarete dayalı. Oteller pistleri de sahiplendikleri için mesela antreman için kapı dikmek istiyorsunuz; sadece belli zamanlarda izin veriyorlar.” Nazlı, sporu çok seviyor. Aslında Spor Akademisi’ne girmek istermiş ama çok torpil dönüyormuş oralarda. Neden kayıyorsun soruma; “Kayak yaptığım zaman ben dünyanın en mutlu insanı oluyorum. Yaz çabuk geçsin diye dua ederim” diye cevap veriyor gözleri parlayarak.

İzleyeceğimiz yarışmanın ismi, 4. Bonus Snow Masters Yarışması. Kayak ve snowboardda cuma günü Büyük Slalom, cumartesi Küçük Slalom yarışları var. Alınan derecelere göre İstanbul il birincileri seçilecek. Yarışmaya üniversiteler arası yarışmalarda olduğu gibi sadece okullar değil, bireysel katılımlar, kulüpler de kabul ediliyor: Etrafta birsürü genç, birsürü heyecan.

Sekiz yıldır yarıştığı her yıl Türkiye Snowboard Şampiyonu olan oda arkadaşım Çiçek Güney, yirmi dört yaşında. Çiçek dört yaşından beri kayak, on üçünden beri snowboard yapıyor. Ve eminim Türkiye’de bu dalda sporcu olmak maddi/manevi daha itibarlı ve doyurucu olsaydı ailesiyle yatırım ve proje danışmanlığı yapmak yerine kayabildiği kadar kayar, uluslararası madalyaları da toplar gelirdi; gözlerinde öyle bir tutku snowboarddan bahsederken. Innsbruck’taki 22. Dünya Üniversiteler Kış Oyunları (Universiade 2005) müsabakalarında 25. olmuş Çiçek ama ne zahmetle: “Üniversite Sporlar Federasyonu, FIS (Uluslararası Kayak Federasyonu) kodumuzu almadan gitmiş yarışa. Telefonla bakanlığa ulaştık da çabalarımız sonunda ertesi sabah kodumuz geldi yoksa yarışamadan geri dönüyorduk. Sonra, antremanlarımız için kapı getirilmemiş, Polonya takımına yalvardık kapılarınızı kullanalım diye!” Türkiye’de kış sporlarını ilerletmek için ona göre hem var olan  koşulları iyileştirmek, hem de tüm sistemi yeni baştan kurup çocukları Milli Eğitim Bakanlığı’yla işbirliği içinde genç yaştan yetiştirmek gerek; sabahları antreman, öğleden sonra eğitim gibi… Ayrıca spor turizmi geliştirilmeli, teknik eksiklikler giderilmeli ve şüphesiz ki bu işe inanan yatırımcılar da lazım. Çiçek, geçtiğimiz aylarda yapılan Türkiye Kayak Federasyonu yönetimi seçimlerine katılan en geç adaymış ama onun takımı kaybetmiş. Bununla birlikte, yeni üyelerin milli snowboard takımı kuracağından oldukça ümitli; hali hazırda Milli Kayak Takımı var, snowboard takımı yok. Ne de olsa statükonun değişmesi, önyargıların yıkılması kolay olmuyor.

Çiçek’in yumuşak bir biçimde dile getirdiğini, Bilgi Üniversitesi Kayak ve Snowboard Kulübü’nün eski başkanı Sertan Tiryaki daha açık bir dilde söylüyor: “Ortada bir pasta var ve federasyon o pastayı yemeye çalışıyor, bu arada birbirlerini de yiyorlar… Pasta büyümüyor ve biz de yararlanamıyoruz, kayak ve snowboard yeteri kadar gelişmiyor. Mesela ben kayağa dört, snowboarda dokuz yaşında başladım ama profesyonel açıdan yeterli eğitim alamadım.” Bir de söylediğine göre buradaki yarışmalarda, yurtdışında olduğu gibi yeterli koruma kullanılmıyor. “Mesela bir içki firmasının sponsorluğunda Big Air yarışması düzenlenmişti. Tamamen free style bir yarışmadır bu; havada taklalar, 360 dönenler.. Normalde omurilik korumaları dahil bedenin her tarafı korumalı yapılır çünkü hızlı girseniz yedi-sekiz metre havalanırsınız. Ben de katılmak istedim ama “herhangi bir sakatlıktan biz sorumlu değiliz” diye bir kağıt imzalatmak istediler. Katılmadım. Ve nitekim bir arkadaş omuriliğini sakatladı, bir diğeri de kolunu kırdı.”
Ama Federasyon’daki değişiklikler azımsanacak gibi değil… Snowboardda en çok sporcuya sahip olan Caddebostan Spor Kulübü (0216/463-7910; www.caddebostan.com) Başkanı Hakan Sönmezöz; “Uzun zamandır görev yapan federasyon yönetimi değişti, Erdoğan Üstünsoylu başkanlığındaki ekip, Dr. Özer Ay’ın başkanlığında yeni bir yönetime bıraktı yerini. Ben de kurul üyesiyim ve federasyona girmemin en büyük sebeplerinden biri, snowboardu ve snowboardcuların dertlerini anlatabilmek, sorunlarına çözüm üretebilmek”. Hakan’a göre snowboard Türkiye’de bir spor olarak görülmüyor, bu yaklaşım henüz çok yeni. “Dünyada snowboard yapılabilecek pek çok mütevazı yer var; illa ki Courchevel’de yapılacak diye bir şey yok ki… Çocuklar pek çok yerde okul çıkışı ellerinde boardları, kaymaya gidiyor. Bizde şu anda kar turizmi çok pahalı.” Hakan, sponsorluk sisteminin de yanlış anlaşıldığından yakınıyor: “Bir şeyler vermek, bağışta bulunmak değil; geri dönüşü olan işler yapmak önemli. Uygulama hataları yüzünden Türkiye’de sponsorlar da girişimci değil.” Çözüm ise ona göre sır değil: Kulüplerin sayısını çoğaltmak; sporcuları kulüpler altında toplamak, böylece rekabeti ve kaliteyi artırmak.

Ve yarış sabahı… 07.30. Kahvaltı salonu dolu. Caddebostan Spor Kulübü Başkanı Hakan yarışmacılarına numaraları dağıtıyor, kuralları hatırlatıyor ve sıkı tembihler yapıyor: “Numaranız anons edilince başlangıçta hazır bulunun yoksa direk diskalifiye olursunuz. Yarışmadığınız sürede pistin diğer kısmında antreman yapın.” Sabah, kayağa ayrılmış. Kapılar dikilmiş, sunucu hazır, insanı dans ettiren bir müzik; R’nB ve hip hop ağırlıklı. Hava da genç sempatizanı: Güneşli, ılık, yumuşak, rüzgar yok, tipi yok. Yarışmacıların isimleri, ferdi katılmıyorlarsa katıldıkları kulüpler (Caddebostan Spor Kulübü, Balıkadamlar Spor Kulübü, Boğaziçi 1998 Spor Kulübü…) veya okullarla (Avusturya Lisesi, Üsküdar Amerikan Lisesi, TED İstanbul Koleji, Özel Amerikan Robert Lisesi, Işık Okulları…) anons ediliyor. Yarış sırası servis protokol kuralları gibi: Önce büyükler ve bayanlar. Büyük Bayanlar-Erkekler (1985 ve daha öncesi doğumlular); Genç II Bayanlar-Erkekler; Genç I Bayanlar-Erkekler; Çocuk II Bayanlar-Erkekler; Çocuk I Bayanlar-Erkekler; Minik II Bayanlar -Erkekler; Minik I Bayanlar ve Erkekler (1997-98 doğumlular).

Seyirci az, adrenalin fazla. Sıranın gelmesini beklemek, saniyeleri saymak, kapıları geçip yarışmayı “finish” içinde sağ salim bitirmeye çalışmak, tam da hızını almışken durmaya çalıştığın için karların toz olup havaya uçuşması, antrenörlerin “Hadi oğlum!”ları, annelerin endişeli bakışları…
09.30’da başlayan yarışta Genç II ve Genç I Erkekler fırtına gibi. Ahmet’e; “Erkekler daha hızlı kayıyor, itiraf ediyorum” diyorum. “Testosteron!” diyor sırıtarak. Ve o da kendi testosteronuyla buluşmak ve basına hizmet etmek için snowboardunu alıp yukarı çıkıyor ve sırtında kocaman sırt çantası, elinde kamera, altında snowboard, bir yandan çekip bir yandan dengesini bulup aşağı iniyor. Snowboard yaparken fotoğraf çeken fotoğrafçı ödülü, ona.
Bu arada görülesi ve duyulası sahneler olmuyor değil… Bir yarışmacının inerken düşmesi üzerine bir kadın seyirci: “Annesi çıldırıyordur şimdi!” diyor. “İyi çıldırın hırs küpleri” demek istiyorum ama diyemediğim için bari yazayım diyorum… Genç I bayanlardansa inerken düşüp de pistte sarsıla sarsıla ağlayanlar oluyor, içi gidiyor insanın. Bir gece önce tanıştığım Milli Takım’dan Volkan, pistin düzeltilmesi için verilen bir mini moladan sonra beni seyirciler arasında fark edip yanıma geliyor: “Pisti Hamit abiyle açtık, gördünüz mü?” diyor. Merak edip “sen kaç saniyede iniyorsun buradan?” diyorum. Omuzlarını kaldırıp, hiç özenmeden, olduğu gibi anlamına gelen bir; “böyle, 24 saniyede” diyor ki o ana kadarki en hızlı derece 26 saniyeye yakın. Hemen sonra kar motorunda havalı ceket ve daha havalı gözlükleriyle bir jandarma, motoruna hayran bakışlarımı üstüne alınıp havaya bir dağ kar kaldırıp geçiyor önümden. Yalnız, yarışın ortasından itibaren yarışmacılar üçüncü kapıda patır patır düşmeye başlayınca Nazlı ile Çiçek’in söylediklerini hatırlıyorum: Yarışırken pistin bozulmaması için yurt dışında teknik önlemler alınır. Pist oyulmaz, haksız rekabet olmaz. Burada ise ya o kapıda çukur oluştu ya da kapı yanlış yerde. Tık tık tık, kimse yok mu?

Kayak yarışlarından sonra öğle yemeği için toplanılan restoranda yüzler kırmızı, gözler heyecanlı. Hakan uyarıyor: ” Snowboardcu arkadaşlar, çok yemeyin!” Onlar yemeyedursun, kar havası iştahını açmış ben, inanılmaz ama gerçek 1.90’lık Ahmet’ten daha çok yiyorum.

Öğleden sonraki snowboard yarışları ise kayağın aksine, miniklerden başlıyor. En genç snowboardcu Miray, sekiz yaşında. O, bilmeyene nasıl da dik görünen pistten aşağı olağanüstü bir cesaretle kayıyor. Büyük Bayanlar’da oda arkadaşım Çiçek’e bolca tezahürat yapıyorum ve işte yine birinci! Nazlı’yı ise ancak sonunda yakalıyorum çünkü bazen olduğu gibi yukarı-aşağı irtibatsızlığından, sunucu ancak sonuna dek söylüyor yarışmacının ismini. Kot farkından olsa gerek… Snowboard yarışında da yine bir uğursuz üç: Bu kez sondan üçüncü kapıda düşülüyor.

Yarışmadan sonra otele dönüp kar tavşancığı avıma (karsız bölgede) devam ediyorum. Zaten kesin olan bir şey var: Basın bu yarışmayla, onlarla ilgileniyor diye hepsi çok memnun çünkü herkesin söylemek istediği pek çok şey hemen dudaklarının ucunda bekliyormuş bugüne dek. O halde konuşalım, merhaba!
Yeditepe Üniversitesi’nde bilgisayar mühendisliği son sınıfta okuyan Okan Kuzer yirmi bir yıldır kayıyor, on iki yıldır da snowboard yapıyor. “Altı yıl öncesine dek yılın altmış günü Saklıkent’te kayıyorduk. Ama İstanbul’da olduğumdan beri bu süre çok azaldı çünkü Uludağ pahalı” diyor. Daha önce bordercross, skillcross yapan Okan’ın snowboardda şu aralar gözdesi, rampaya yönelik hava hareketleri. Peki kar üstünde bildiği en büyük zevk ne? “Saklıkent’te heli-ski yaparken olduğu gibi, daha önce kimsenin inmediği bir pistten inmek.” Dokuz yıldır snowboard yapan, Bilgi Üniversitesi’nin Medya ve İletişim Sistemleri ikinci sınıfta oyunculuk okuyan Devran Bekin ise neden snowboard soruma; “daha özgürsünüz, daha heyecanlı ve tabii riskli de” diye cevap veriyor. Bu, hard free style seven Devran’ın katıldığı ilk yarış olduğu için heyecanlanmış. Bilgi Üniversitesi’nin kurucu üyelerinden, üniversitenin Genel Sekreteri ve Snowboard ve Kayak Kulübü’nün manevi babası Orhun Çavdar, “snowboard yapmak artık MP3 gibi gibi “trendy” bir şey oldu. Çiçek, on bir yaşındaki oğlumu geçen yıl snowboarda başlattı, o gün bugündür kayaklarının yüzüne bakmıyor” diyor. Üniversite olarak, kayak ve snowboardu “zengin sporu” olmaktan uzaklaştırmaya ve bu spora duyulan ilgiyi genişletmeye çalışıyorlarmış. “Biz şanslıyız” diyor Sertan. “Sporcularımızın antremanlar da dahil dağdaki tüm masrafları okul tarafından karşılanıyor.” Şu anda snowboard dereceleri kayaktan iyi olduğundan (Çiçek Türkiye birincisi, Selin ikincisi, kulübün beş yıl başkanlığını yapmış Sertan da altıncılık almış) snowboard kayağı döver.

Ve sonunda otelimizde kalan bir hocayı yakalıyorum: Beş yaşından beri kayan aileden kayakçı, Bilgi Üniversitesi’nin resmi kayak antrenörü Kıvanç Taşdemir. “Yarışa katılma amacımız, yarış tecrübesi olmayan arkadaşlara yarış deneyimi kazandırmak” diyor. Taşdemir, Uludağ’da kayak hocası. Sezon başında öğrencileri için bir kamp çizelgesiyle kaymadıkları zaman formlarını korumaları için salon çalışması programı hazırlıyor. Ve belirlenen tarihlerde hocalarıyla buluşmak üzere dağa geliyor öğrenciler. “Dokuz milli sporcumuz var. Çok istekli ve hevesliler” diyor Kars-Sarıkamış doğumlu Kıvanç Taşdemir.

Volkan Demirci de Sarıkamış doğumlu. 1996’dan beri Milli Takım’da, yirmi yaşında ve Alp Disiplini Gençler Dünya Şampiyonası 2005’te otuzunculuğu var. Volkan’ın monitör sporcusu olduğu Alpine Race School’un (0543/270-4580; erkan_hamit@hotmail.com) kurucularından Erkan Yeşilova; “Bundan sonrası Volkan için daha iyi olacak. Şu ana dek elde edemediği fırsatları elde edecek. Sistemli bir eğitimle ve daha iyi fırsatlarla çok daha iyi dereceler elde edeceğimize inanıyoruz” diyor. ’93’ten beri kesintisiz olarak Milli Takım’da olan Erkan Yeşilova, Hamit Şare ile birlikte kayağı ülkemizde hak ettiği şekilde geliştirmek ve olimpiyatlarda Türkiye’yi daha iyi temsil etmek amacıyla kurmuş bu okulu. İkisi de okulun idealist antrenör sporcuları. İşlemeye haziran ayında başlaması planlanan okula yaşları 10-15 arasında 12 öğrenci alınacak. “Türkiye’de genelde olduğu gibi bir hoca otuz kişiyi kaydırmayacak. Bu öğrencilerin başında sekiz kişilik bir kadro olacak. Doktoru, psikoloğu, meditasyon ve yoga hocası, masörü, teknik servis ekibi, videosu, kamerası, zaman ölçeri vb. tüm ihtiyaçlarla, her şeyiyle tam olacak okul. Bakın bu hafta sonu burada 500’e yakın kişi yarışıyor ama bu kişilerin eğitim alabilecekleri okul sayısı çok az. Türk kayağının en büyük eksiği böyle bir sistem.” Dört yıl önce A Milli Takımı’ndan Olimpiyat Milli Takımı’na dönüştürülen sisteme göre takımın en iyi puana sahip sporcuları yurtdışına gönderilip oradaki sporcularla kamplar yapıyorlar. Erkan üç, Hamit de dört yıldır FIS (Uluslararası Kayak Federasyonu) kampında eğitim alıyor. Ayrıca Visa’nın sponsorluğunda, beş dünya ve olimpiyat şampiyonundan da yılın belli dönemlerinde dersler alıyorlar.”Tüm bu görgümüzü ve bilgimizi bu işe yatırmak, yurtdışındaki sistemi Türkiye’ye getirmek istiyoruz” diyor Erkan.
Gözlemlediğim o tuhaf Doğu-Batı, Kars-İstanbul hizipleşmesi/itişmesi, Erkan ve Volkan’la konuştuğum toplulukta yok. Teybimi Koç Üniversitesi’nde işletme okuyan Beliz Mertoğlu’na uzantınca başka bir konudan dert yanıyor o: “Yurtdışında sporcu olduğunuzda değer görürsünüz fakat burada sporcuysanız zorluklar sizi bekliyor. Mesela telesiyejden konaklama masrafına dek bu işin maddi külfeti… Özellikle doğudan gelen ve bu külfeti kaldıramayan birsürü çok yetenekli arkadaşımız var.” Koç Üniversitesi’nin kayak takımında 2001’den beri olan, makine mühendisliği okuyan Deniz Altıparmak da beş yaşından beri Uludağ’da kayanlardan. “Özel şirketler, %51’i devlete ait olan pistlerde sporcuların antreman yapmasına izin vermiyor kendi müşterileri kaçmasın diye” diyor. Okulla zor oluyor mu soruma ise bıyık altından gülüyor: “Evet, çok destek yok o konuda.” Okul ve kayak dışında ne var hayatınızda deyince de Taksim’e gittiğini öğreniyorum Deniz’in. Babylon’u severmiş, Asmalımescit’te Tavanarası’nda yemek yemeyi ve her daim Boğaz’ı… Babası Kartalkaya’da kayak hocası olan Bora Kiper’in listesi daha uzun: Babylon, Mojo, Baykuş, Roxy, Asmalımescit, Balık Pazarı’ndaki meyhaneler, Now… Bir de Moda’da Abbas, Kemal’in Yeri, Kırıntı, say say bitmez… Dört yaşından beri kayan Bora, “Benim Erkan ya da Volkan kadar ciddi bir ilişkim yok kayakla” diyor. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde fizik mühendisliğini yeni bitirmiş, sıra askerlikte. Peki kayak mı, beyaz yakalı bir iş mi? “Biraz da anne-babamın etkisiyle tercih yapmak durumunda kaldım. Aslında sporcu olmak isterdim ama iş hayatını seçtim.” Bursa’da yaşayan, Uludağ Üniversitesi’nde otomotiv okuyan Ahmet Uğur Nalçın ise kayağa profesyonel olarak devam etmeyi düşünüyor. “Bu yıl kayak okulu için çok büyük bir özveriyle çalışıyoruz. Hedeflerimiz hemen bir iki yıl içinde gerçekleşecek  şeyler değil tabii, beş-on yıla yayılacak ama azimli ve umutluyuz” diyor.

Ertesi sabah, bu yorulmak bilmez kar tavşancıklarını dağlara bırakan kar(a) kaplumbağası ben, çantamda kasetler dolusu röportaj, yüzüm kar yanığı, cebimde yeni arkadaşlarımın telefon numaraları evime dönmek üzere yola çıkıyorum. Ve kişisel çıkarım: Sayın seyirciler, önümüzdeki yıllarda kar tavşancıklarının sayısının gözle görülür bir şekilde çoğalması bekleniyor. Ve sanıyoruz ki çiftliklerinin sınırlarını aşıp başka çiftliklerde, tazılarla yarışacaklar. +

(Travel+Leisure, Mart 2006)