Aslında Hepimiz Aynıyız
BİZ BİRBİRİMİZE BENZERİZ!
Michel Faber’in tuhaf, zihin açıcı romanı “Aslında Hepimiz Aynıyız”ın söylediği bu: Farklı boyutlarda, farklı hayatlarda, farklı şekillerde biz, birbirimize benzeriz…
Çiler İlhan
“Ulises’in büyük, cesur, çığır açıcı ve içtenlikle yazılmış bir kitap olduğunu düşünüyorum ama aynı zamanda müthiş kendine dönük; göze batan, sırıtan yerleri de çok…” Kült bir kitap için iddialı sözler. Eserleri “çok tuhaf, ayartıcı, baştan çıkarıcı, benzersiz” olarak tanımlanan bir yazar tarafından söylenince belki o kadar da değil.. 1960 doğumlu Michel Faber’in kısa öyküleri İskoçya’da bol bol ödül topladı. Okuyucusunda yoğun bir merak, gerilim ve garipseme uyandıran “Aslında Hepimiz Aynıyız”ın (Under The Skin) yayımlandığı 2000 yılında kopardığı gürültüden sonra yazar, New York Times’da en çok satan kitaplar listesine giren, 2005 yılı başında da yine Artemis Yayınları tarafından Türkçeye çevrilip sunulacak olan bir kitapla çıktı 2002’de edebiyat piyasasına; The Crimson Petal and the White. 1870’lerin Viktoryen İngilteresi ama tabii sıradan bir anlatımla değil; 19 yaşındaki fahişe Sugar’ın gözlerinden.
Hollanda’da doğup Avustralya’da büyüyen, İngiliz edebiyatı eğitimi aldıktan sonra hastabakıcılık, temizlikçilik, salatalık toplayıcılığı ve kobaylık yapan, şu an İskoçya’nın dağlık bölgesinde gözden uzak bir kulubede yaşayan Michel Faber, “Evet” diyor bir soruya; “Sanırım bu kişisel diaspora duygusu hissediliyor kitaplarımda, yabancılık, yabancılaşma, ait olmama…” Aslında Hepimiz Aynıyız, tüm canlıların, farklı bedenlerde olsalar da aslında nasıl birbirine benzediklerini fısıldayan bir kitap. Deri altında hepimiz aynıyız; sevilme arzusunda, hayatta kalma uğraşında, zalimlikte.
İskoçya’da yaşayan Isserley minyon bir kadın. Belli ki becerikli de, ama hangi ülkeden (eğer buralardansa)? Konuştuğu dil ne? Arabasına aldığı bu güçlü kuvvetli adamları ne yapıyor? Kim bu kız? Daha önemlisi, boksit ve sıkıştırılmış külden oluşmuş o yeraltı koridorlarında çürümektense, sadece kendisinin yapabileceği oldukça zor bir görevi kabul edip yaşamını baştan aşağı değiştirmeyi göze alan bu kız, ne? Okuma keyfini bozmamak için fazla sır vermemek en iyisi!
Soldan sağa, üstten alta okumaya koşullandığımız dünyayı ters çevirip okumak. Kavramları, olguları parçalayıp, bambaşka şekillerde bütünleştirmek.. Ülkemizde, küçümseyici bir burun kıvırmanın yerini son zamanlarda olumluluk barındırabilecek bir ilgiye bırakan bilimkurgu/fantastik yazının en iyi yaptığı iş bu: Yatay seyreden sakin hayata dikey müdahele. Bu tip eserlerin kötü edebiyat olmak zorunda olmadığı da kabul ediliyor artık. Mesela elimizdeki örnek: Sağlam bir kurgu.. Kendi içinde tutarlı başka dünyalar, bu dünyaların kendine has sesleri… Kıvrak, derin psikolojik gözlemler, kulağınızı okşayan betimlemeler ve merak… Serüvene susamış okuyucuya damla damla enjekte edilen, onu peşine takıp sürükleyen bir gerilimle ince ince örülmüş.
Bu tuhaf maceranın Türkçesinde, İngilizce bilmeyen okurlar için açıklama gerektiren bazı cümleler olduğu gibi çevrilmiş/öylece bırakılmış. İngilizce haliyle kullanılmış “youth hostel”; argo ya da küfür barındıran bir konuşma için ‘karşındakinden yalancıktan özür dileme’ bağlamında kullanılan “excuse my French”i “Fransızcamın kusuruna bakma” diye cümle ortasına atıvermek; “hot dog” kelimesi üstüne yapılan bir espriyi açıklamadan bırakmak gibi… Kulağı tırmalayan başka cümleler de yok değil.. Faber daha donanımlı ve özenli bir çeviriyi hak ediyor.
Ve birkaç kişisel yorum: Okuyucu, hikayenin ortalarına doğru kendisiyle tanıştırılan Amlis Vess’in zaman zaman sağduyunun “sırıtan” sesi olup yazarına fazlaca yalakalık yaptığını; Amlis ve Isserley’in diyaloglarının günlük konuşmadan uzaklaşıp zaman zaman tiyatrovari bir hal aldığını hissedebilir. Önceki bölümlerdeki zalimliği vurgulamak adına son sayfada hastaneye “Mercy (merhamet) Hastanesi” adını vermek de biraz klişe ama bu aksaklıklar, satır altından gelişip gözlerimizi dolduran aşkın coşkusunda kendini affettiriyor. “Kendimi hiçbir ülkeye ait hissetmiyorum. Benim için yurt, karımın olduğu yerdir” diyen bir yazardan böyle tuhaf bir öyküye aşk sıkıştırmasını beklememek olmaz..
Okuyun ve söyleyin o halde; kitap tuhaf ve acımasız mı? Peki her şeyin normal seyrettiğini düşündüğümüz Dünya, ve üreme çiftliklerinde hilkat garibesi melez köpekler oluşturup kulaklarını dik dursun diye kesip biçen, altıncı tırnaklarını nasılsa işe yaramıyor diye söküp atan, ’emrimiz olmadan çoğalma haklarını’ ellerinden dilediğimiz gibi alan bizler başka bir gezegenden nasıl görünüyoruz?
Michel Faber, Aslında Hepimiz Aynıyız, Çev. Kağan Çam (İstanbul: Artemis Yayınları, Ağustos 2004)
(TimeOut İstanbul)