Buradayız
Genç Selim’in Acıları
8 Mayıs 2020
Haftalık Gazete/ www.haftalikgzt.com
Çiler İlhan
Kerem Eksen’in ilk romanı Buradayız, altı yıl aradan sonra yeni baskısıyla Everest Yayınları’ndan çıktı. “Biz romancılar acıları sermayeye dönüştüren alçak girişimcileriz,” fikri ile oturup romanını yazmaktan başka şey istememe arzusu arasında mücadele eden “genç adam” bizi istediği romanı yazamadığına ikna ederken leziz bir edebiyat yolculuğuna çıkarıyor. Sosyoloji ve felsefe eğitimi almış yazarın ikinci romanı Uyku Krallığı 2017’de yayınlanmıştı.
İnsanların yüzlerindeki acıyı gören, bu acı tarafından fethedilen, bu “tecrübe” ile roman yazmanın ha bire kıyısına gelip ve fakat mesela açan güneşe, biranın lezzetine ya da “o gürbüz kızla” sevişmenin hayaline yenik düşen kahramanımız Selim, bir yayınevinde editörlük yapmaktadır. Aslında “onu kıskıvrak yakalayacak sara krizinin gelişini hisseden” Dostoyevski ile o sara krizini yaşayacak kadar hassastır ama babasıyla ilişkilerinde “şeytanca denilebilecek hiçbir şey olmadığından”, roman yazmak üzere başka gerekçeler aramak zorunda bırakılmıştır. Kaderin bu lütfuna sevinemez bile. Ama suç belki de çok daha basit bir şeyde, kağıttadır? Roman yazmaya niyetlendiği o Mayıs gününden kitabın sonuna dek o defteri bir türlü alamaz. Yazar adayı Selim Kadıköy’deki kırtasiyeciye uğrayıp pahalıca bir defter almayı sonunda başarınca yazar Kerem bize nazikçe kapıyı gösterir; kitap bitmiştir, herhalde Selim oturup romanını yazacaktır, onu rahat bırakmalıyız.
Arka planda değerlerin değiştiği, sınırların keskinleşip (siyasi) belirsizleştiği (sanat) Gezi olaylarını oluşturan koşulların gölgesinde polis kontrolleri, yürüyüşler, “bir şeyler yapmalı” toplantıları, polis-devleti olma yolunda ilerleyen bir Türkiye var. Karşımıza çıkan karakterler renkli: Aslında herhangi bir işgalden kurtulmamış Avşa adasına bir kurtuluş heykeli yaptırmak isteyen, memleketin hali yüzünden faşist kesilmiş olsa da amacını gerçekleştirmek uğruna “öbürkülerden” belediye görevlileriyle iş birliği yapmak durumunda kalan, “yaşamın ona ihtiyacı olan gücü her zaman vermeye hazır” olduğu, karikatürleşmek üzereyken itibarı iade edilen bir baba; bıkkınlığından mı yoksa bilgeliğinden mi sustuğu anlaşılamayan ve günlerini “hiçbir boşluğa düşmeden, yaprak sarmadan keteye, keteden mercimek köftesine, oradan helvaya tutunarak geçirebildiği” için neredeyse kıskanılan bir anne; sinema yüksek lisansı yapan ve ağabeysinin aksine düşüncenin değil aksiyonun yönlendirdiği kız kardeş Bahar; çocukluktan beri tanıdığı Settar Amcasının Avşa’ya heykel yaptırma sürecini “iş”e dönüştürmeyi planlayan, çektiği görselleri ve hayatı “eğerek” sistem ne ise Selim’in aksine ona her şekilde tutunmayı başaran ev arkadaşı Onur; sanki öne çıkan tek özelliği gürbüz bir bedene sahip olmak olan ne sıradan ne iyi bir okur, ne aptal ne zeki Uzun Bahar; neredeyse her kelimenin üstünde olur da derinlemesine düşünülecek bir şey var mıdır diye birkaç saniye duran, sosyoloji doktorası yapmakta olan iş arkadaşı Yurdaer.
Selim’le Yurdaer iş yerinde bir “savaş karşıtı toplantı” düzenlerler. Toplantı istedikleri gibi gitmez ama peki romancı eylemci olmak zorunda mıdır? Toplantıda kendini tutmasa şunu haykıracaktır, Selim: “…dinleyin, bir roman yazacağım ben, asıl işim o aslında, bu çemberlerde içim sıkılıyor, istediğim gibi olmuyor hiçbir şey…”. Selim çokça “temas etmeden” sürdürdüğü hayatında umutla umutsuzluk, eylemle eylemsizlik arasında gidip gelirken Yurdaer’le aylardır bekledikleri ve duyduklarına göre roman sanatı üzerine bir kitap yazmakta olan (ve ihtimal onlara “zamanı nasıl tuzağa düşürebileceklerini” açıklayabilecek, “romanın ruhunu” gösterebilecek) filozof Maurice Jacquet’in konferansını bir dikkatsizlik sonucu kaçırır. Ama Selim’i evde bir sürpriz beklemektedir. Romanın mutfak sahnesi rüya mıdır, gerçekten olmuş mudur? Zaten gerçek nedir? “Gerçek dünyayı aldılar mı elimizden? (Güzel bir soru.) KİM aldı peki? Nereye götürdü? Mesela Onur…” Nihayetinde romancı anlatır, biz okurlara inanmak düşer.
Adının Selim olduğu bilgisini 92’inci sayfaya kadar bize bağışlamayan ana karakterimizin Atay’ın Selim’ine gönderme yaptığını hani varsa anlamamış olanlar için yazar ,118’inci sayfada, “Dünyanın tam ortasında, hiçbir şeye tutunmadan yürüyen harikulade bir Selim’dim ben,” der. Dayanamayıp (belki de editörü zorlamıştır) sona doğru kitabın adını da verir (çantasına bu kitabı koyarak). Ama Atay’ın Selim Işık’ının veya Turgut Özben’inin aksine bizim Selim belirsizliğe değil yuvaya döner.
Yer yer yüksek sesle güldürecek kadar komik, mizahla kara mizah, modernle post-modern, iyimserlikle kötümserlik arasında gidip gelen bu kitapta Atay, Dostoyevski ve Pamuk’a iltimas geçilmiş olsa da pek çok yazar var: “Kendine 33 roman yazacak kadar gerekçe bulmuş” Ahmet Mithat’tan “kayalıklarda açılan oyuklara benzeyen fikirleri, duyguları, tecrübeleri elinde sürahisiyle dolaşıp bir bir dolduran” Proust’a, “canımızla kanımızla yazacaksak, savaşmak zorunda” olduğumuzdan İnebahtı’da kolunu bir Osmanlı kılıcına kaptırmasaydı belki de Don Kişot’u yazamayacak olan Cervantes’ten yazarlık peşindeki her genç kadının olmak istediği (ve sanırım tek kadın yazar olarak endam eden) Virginia Woolf’a bu ustalar geçidinde okur devamlı gülümseyecek, orası kesin.
Eksen’in kitabının adının gönderme yaptığı diğer eseri de anmalıyız, ne de olsa bu kitap herkesten çok sıkı edebiyat okuruna hitap ediyor: Buradayız’ın adeta yardımcı karakterlerinden biri olan Pamuk’a dair Orhan Pamuk’u Okumak, Kafası Karışmış ve Modern Roman isimli bir kitabı da bulunan kıymetli akademisyen/yazar Yıldız Ecevit’in kitabı, “Ben Buradayım…”/Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası.
“Kirillov intiharı düşünecek olsa karşısına çıkıp perdeler güzel olmuş aslan parçası,” diyerek bizi olası bir dramdan mahrum kılacak babası olanlar! Yeraltından Notlar’ın çay içmeyi dünyaya tercih eden kahramanları kadar taşkın genç adamlar ve kadınlar! “İnsanda sadece sütlü kahve isteği” uyandıran bir roman yazmaya yeltenen gerçek veya kurmaca romancı adayları! “Havada roman ruhu bulan” herkes! Biz buradayız.
Buradayız, Kerem Eksen, Everest Yayınları