Yaşamak Tuhaf Şey
Bir 20. Yüzyıl Maceraperesti
İspanyol edebiyatının en önemli yazarlarından Carmen Martín Gaite, Yaşamak Tuhaf Şey’de bizi kahramanımızın peşine takıp metaforlar diyarına uçuruyor çünkü “Yaşamın bize diğer seçenekleri dışlayan tek bir tercih hakkı dayatması hiç adil değil”.
Çiler İlhan
Kahramanımız, “hayatta kalmanın rock”ını yazmış, metarforlara düşkün, sanat tarihi okumuş ama Madrid’de bir kütüphanede arşivcilik yapan, Şili ve Paraguay’dan sürülmüş Cizvitlerin liderliğindeki bir komploya karıştığı iddiasıyla 1785’te tutuklanan Luis Vidal y Villalba ve uşağı hakkında bir tez yazmaya girişmiş, greyfurt suyunu çok seven güzel, komik, 35 yaşında bir kadın. Adını kitabın neredeyse sonuna kadar öğrenemiyoruz o yüzden yazara saygısızlık olmasın, ona burada A. diyelim.
Roman da, A.’nın bestelediği rock şarkıları misali (harika bir biçimde) “arada kalmış”. Carmen Martín Gaite bizi kah kristal gezegenlere götürüyor, kah öbür dünyadan gelenlerle buluşturuyor, derken birden yine popo üstü Dünya’ya düşüyoruz. 1955 Kuşağı olarak adlandırılan toplumsal gerçekçi gruba dahil olmuş Gaite zamanla türün geleneksel formlarından kopmuş. Romanlarına bolca psikolojik irdelemeler, masallar, efsaneler serpiştirmeye başlamış. İyi ki de öyle yapmış çünkü 1997’de İspanyol Kraliyet Akademisi Fastenrath Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Yaşamak Tuhaf Şey oldukça kendine özgü, arsızca lezzetli. 1925’de Salamanca’da doğan yazar genç yaşta Madrid’e taşınmış. Ellinin üzerinde roman, öykü, makale, şiir ve tiyatro oyunu sahibi Gaite’nin İspanyol Ulusal Edebiyat Ödülü (1978), Austrias Prensliği Ödülü (1988), Premio Castilla y León de las Letras (1991) başta olmak üzere pek çok ödülü var.
Romana dönersek: A.’nın o aralar “ölçülü ve mantıklı” sevgilisi Tomás sayesinde birazcık daha sağlam/ca tutunduğu hayatı, dedesinin kaldığı bakımevindeki doktordan gelen sürpriz bir telefonla alt üst oluyor. Doktordan gelen istek de kitabın kendisi kadar “tuhaf” ama zaten “nine gözlüklü” sanat tarihi öğretmeni Rosario Tena’nın bir derste tespit ettiği, A.’nın da bundan bir şarkı çıkardığı gibi; yaşamak tuhaf şey. “Bir XVIII. Yüzyıl Maceraperesti ve Uşağı” başlıklı tezindeki yalancıların cazibesine kapıldığından mıdır bilinmez, birden yalan söylemeye de başlıyor A. Gerçi sevgilisi onun “daldan dala atlamasını ve gerçeği yalanlarla örmesini” çekici buluyor; zaten gerçek nedir? Gerçek, Tomás’ın “ur” olarak adlandırdığı felsefi iç sayıklamalarda kafamızı karıştırmaya adanmış metaforlardır belki de.
Roman ilerledikçe A., annesiyle ve dolayısıyla hayatla hesaplaşmaya girişiyor (çünkü nazik şefi Magda’nın dediği gibi “…insanın annesini kaybetmesi çok büyük bir darbe… Gidiyorlar ve kolumuz kanadımız kırılıyor; işte o an yaşlanmaya başlıyoruz…”); eski çapkınlıklarında güncel kimliğinden izler arıyor; unutmak, hatırlamak, affetmek, kabullenmek ekseninde gidip gelen karanlığa yatkın düşüncelerinde sürekli şüpheye düşüyor. Biz de meraktan çatlıyoruz: Rüyalarla metaforlar ormanında kaybolmayı günlük meşgalesi haline getiren A., şeytanın merdivenlerini tırmanarak bu ormandan çıkabilecek mi? Bu masalda kurt, kırmızı başlıklı kızı yemeye yeltenmiyor. Kız kurnaz; tecrübeli bir karışım. Bazen Gonçarov’un Oblomov’u gibi tüm gününü ayaklarını seyrederek geçirebiliyor, bazen Camus’nün Yabancı’sı gibi incelikli bilinciyle toplumsal verileri birleştirip kendine özgü bir potada eritmeye çalışıyor; üstelik ona Vian’ın Günlerin Köpüğü’ndeki Colin’i kadar aşık bir sevgilisi var. A.’nın çantalarını “büyücü heybesine” benzeten o sevgili, haklısın sen! Kitap da tastamam böyle: “Kimsecikler olmasa bile dolunay var”.
Yaşamak Tuhaf Şey, Carmen Martín Gaite, Kafka Kitap
(Kitapsever Dergi, 9 Mayıs 2019)