Köle

KUNTA KİNTE YAŞIYOR!

Bir kilo soğan, yarım kilo kıyma, bir adet de dayanıklısından köle rica edeceğim Abdül Efendi… Dehşet verici ama gerçek. Kaynak: Yurt Kitap-Yayın’dan çıkan Köle…

Çiler İlhan

“Daha önce hiç bu kadar çok çalışmak zorunda kalmamıştım Asha’ diye sızlandı Ashcuana kızarmış, kanlı ellerini göstererek. ‘Bize neden böyle eziyet ediyor?” 1 Cevabı basit değil; ucu Sudan üstünde asırlardır oynanan oyunlara dayanıyor. Nuba dağlarına indirilen yardım malzemelerine istinaden yerli halk, oğullarına Bush ismi verip “iyi adam Bush” diye türkü yaksa da, ‘Arap diktatörün zalim ellerinde ezilenleri kurtarmak’ amacıyla ülkeleri gün gelip işgal edileceği zaman aynı fikirde olmayacaklar belki.

Köle, gerçek bir yaşam hikayesi. Sudan’ın Nuba Dağları’nda yaşayan Nuba kabilesinden Mende Nazer, 1993’te “Allahu ekber!” çığlıklarıyla kaçırıldığında 12 yaşındadır. Hartum’da zengin bir Arap evine satılır, sekiz yıl “köle” muamalesi gördükten sonra Londra’da bir eve hediye olarak gönderilir. 11 Eylül 2000’de kaçıp, İngiltere’den sığınma hakkı talep eder. Talebi önce reddeden İngiliz hükümeti, Köle kitabı 2002 Eylül’ünde Almanya’da basılıp çeşitli ülkelerde yoğun kamuoyu desteği uyandırınca, 23 Aralık’ta kabul etmek durumunda kalır. Kitap, kaçtığı gün tanıştığı Sudan uzmanı İngiliz gazeteci Damien Lewis’le Mende Nazer’in ortak çabasının ürünü. İkili, aylar boyu bir çiftlik evine kapanarak Mende’nin ruhundan Damien’ın kalemine, zor bir işi başarmış.

“Nuba’daki Çocukluğum” adını taşıyan ilk bölüm ilkel, vahşi sıfatlarını yakıştırdığımız insanların kendi gezegenlerindeki büyülü, zorluklarla olduğu kadar sevgiyle örülü yaşamlarını bir çocuğun naif diliyle, ustaca anlatıyor; yer yer, Batılı okurun zihnine ulaşmak için açıklamalar getirme ihtiyacı duyarak, yer yer “biz böyleyiz” deme derdi taşıyarak. Bu bölümdeki “Düğün ve Ölüm” kısmıysa Nuba geleneklerine yakın bir bakış ve çok tanıdık: Beşik kertmesi, başlık parası, düğün ertesi büyükler tarafından kanlı çarşaf kontrolü, ölünün ardından ağıt yakma, hatta eskilerin “tü maşallah” demesini andıran bir tükürmeli kutsama hareketi… Giysi yerine boncuk sarınan insanların günde beş vakit namaz kıldığını okumak ise oldukça ilginç. “..Hatırlayabildiğim en eski günlerde annem köyde çırılçıplak dolaşırdı…köyde hiç kimse kayda değer bir giysi kullanmazdı. Daha sonra kalçalarının etrafına kısa, renkli bir kumaş sarma adeti edindi…”(s. 23) Eski inançlarını, günlük yaşantılarını, çeşitli zamanlarda yapılan çeşitli medeniyet transferleriyle harmanlayan halk,  kolayını hep bulur: “…Eid öncesindeki ayda gün doğumundan gün batımına kadar oruç tutulur, akşamları da büyük bir ziyafet verilirdi… Bayram kutlaması köyün kujur adı verilen büyücüsünün evinin avlusunda gerçekleşirdi. En önde, yanında yaşlı müminler olduğu halde imam otururdu…”(s. 72) Büyücüden yağmur duası, imamdan bayram namazı.

Şiir gibi başlayıp biten ilk bölümden sonra “Kölelik” ve “Özgürlüğe Yolculuk” bölümleri kötü adamların sahneye girmesiyle bizi korkulu kabuslara davet ediyor. En hüzün dolu sayfalarda bile Mende’nin ağzından, medeniyetimizin yadırgatıcı tanımlamalarını duymak hem sevimli, hem düşündürücü:  “…Yerler ve merdivenler hareket ediyor, üstelik üzerinde insanlar duruyordu… Burada dükkanlar, kafeler, telefonlar ve lokantalar dahi vardı, hem de hepsi aynı cam çatının altında bir araya getirilmişti. Kısa bir süre sonra bütün Londra’nın da böyle olup olmadığını düşünmeye başladım- arabaların, üzeri kapalı caddelerde yol aldığı muazzam bir kubbe!”(s. 295)

Büyüyüp “kişi” olacağı tüm o yıllardan özgüveni, özsaygısı sıfırlanmış bir köle olarak çıkmış Nazer’in, yaptığı, yapamadığı eylemlere dair psikolojik, sosyolojik açıklamalar da barındıyor kitap. “…Konuşulanların tek kelimesini anlamadığım bu tuhaf ülkede yapayalnız ne yapacaktım? Ellerimle yüzümü örttüm ve ağlamaya başladım. Birisinin bana sahip çıkmasını istiyordum- bir köle olarak olsa bile.”(s. 299) Aidiyet ihtiyacı daha iyi nasıl anlatılabilir? Nazer şimdi Londra’da İngilizce öğreniyor, hayalindeki gibi hemşirelik okuyor, uluslararası konferanslarda kölelik karşıtı konuşmalar yapıyor. Yıllardır kambur gibi taşıdığı o korkuyu, baskıyı üstünden atıp markete gitmek, Sudan’daki ailesinin kendisi yüzünden eziyet görüp öldürülübileceği,  kendisininse şehrin göbeğinde suikaste uğrayabileceği korkusuyla başa çıkmak ya da tamamıyla farklı bir biçimde organize olmuş topluma ayak uydurmak kolay değil: “…Kendi adresinizi bilmiyor musunuz?’ ‘Hayır’ dedim ve onlara bu durumu nasıl açıklayabileceğimi düşündüm. Çevremi bu şekilde sınıflandırmadığım için sokak isimlerini ve ev numaralarını öğrenemediğimi nasıl anlatabilirdim?..”(s. 364)

Sudan, yıllardır kaynayan kazan. Kuzeydeki Arap-Müslümanlar güneydeki Hristiyanlarla; kuzeydeki Araplar batıdaki/güneydeki Arap olmayan Müslümanlarla; hükümet güçleri ve hükümetin silahlandırdığı Arap milisler Araplaştırma politikasına karşı çıkan güneyli isyancılarla; yeri geldiğinde kabileler birbirleriyle.. Britanya kolonisi olduğu zamandan bu yana diliyle, diniyle, iç, dış sınırlarıyla devamlı oynanan Sudan’ın, birileri istediğini almadan huzura ereceğini düşünmek hayal. “…Mücahitler!, diye bağırdı babam…Go lore okone? Go lore okone?” 2 (s. 8) O birileri (vicdanlarından) nereye kaçıyor, merak konusu.

1 Mende Nazer, Damien Lewis, Köle/Gerçekten Özgür Müyüm, Çev. Atilla Dirim (Ankara: Yurt Kitap-Yayın, Kasım 2004), s. 149 (Bundan sonraki alıntılar metinde parantez içinde verilecektir.)

2 Nereye kaçabiliriz, Nuba dilinde.

(TimeOut İstanbul, Ocak 2005)