İzmir
İZMİR’İN YENİ YÜZÜ
İzmir deyince nerede durmalı? Kordon’da balık mı yemeli, Çeşme’ye gidip denize mi girmeli, Efes’te antik sütun mu görmeli? İzmir gavur mu, değil mi; köy mü, kent mi; ana duygusu neşe mi sükunet mi? Hepsi, olabilir. Çiler İlhan anımsadı, yeniden baktı ve yazdı.
İzmir’e gittim. Boyoz yedim. Simite “gevrek” dedim. “Gelcem, gitcem”li konuştum. Palmiyelere baktım. Denize baktım. Çocukluğumu hatırladım. Özlemişim, dedim. Acaba iki gün daha kalsam sıkılır mıyım, dedim. Ne güzel şehirmiş burası, dedim. Ve bu yazıyı yarı-İzmirli bir İstanbul sevgilisine yazdırmak iyi fikir mi, emin olamadım. Göreceğiz, bir yerinden tutup başlayalım:
Kentin son bir yıldaki yeniliklerinden bazıları: 2004’te açılmış Konak Pier’in üstüne yaşanmışlık hissi nihayet sinmiş. Körfez’de yelkenli yapanlar var. IKEA, Türkiye’deki ikinci mağazasını Bornova’da açmış. Beyaz Butik de Kordon’a bir şube yerleştirmiş. Gece hayatına Atelier Michelle ve Port Marché katılmış. Alsancak D&R 100 metre sola taşınmış. Binnaz’ın anneannesinin D&R sokağındaki evinin önüne iki üniversiteli kız gece işi için kamp kurmuş.
“Güzel İzmir”. Denizler, plajlar, kaplıcalar, antik kentler, İstanbul’dan sonra ikinci büyük liman olan limanı, tadına doyum olmayan otları, her daim taze balıkları, patatesli, domates soslu İzmir Köfte’si, boyozu, buzlu bademi, Kumru sandviçi, Gerdan Tatlısı, lokması, kuru inciri, şarapları… Derken, bir yandan da bildik taşra sıkıntıları. Bir arkadaşım yıllar sonra İzmir’e dönünce “Burası kocaman bir tatil köyü gibi” demişti. Tatile ihtiyacınız varsa ne ala ama zaman zaman o koca “all inclusive” lüks tatil köyü, şıklığını kaybedip koca bir köye dönüşebiliyor kimileri için.
Ama bununla birlikte, yine de hala: İzmir insanı şaşırtıyor. Temizliğiyle, bakımıyla, medeniliğiyle, İstanbul’un karmaşasına tezat bir nezihlikte, saf bir neşede oluşuyla. Belediyenin sanatı içsel ve kalpten bir mesele yapışıyla, şehirlerine sahip çıkan, üşenmeden sıkılmadan harıl harıl çalışan sakinleriyle.
İzmir Gelişim Platformu kurucularından İbrahim Yüncü de bu sakinlerden biri. Platform, kente duyarlı ve farklı alanlarda bilgi birikimine sahip yirmi kişilik bir girişim. “Her Çarşamba bir araya gelip kentle ilgili görüşlerimizi bildiriyoruz. Her toplantımıza ya semt belediye başkanları, ya büyükşehir başkanı ya da bir sanatçı gelir.” Ne tür girişimlerde bulundukları sorusuna da şöyle cevap veriyor İbrahim Bey: “Geçtiğimiz yıllarda İzmir çok fazla göç aldı ve insanlar duyarsız davranıp tarihi eserlerin üstüne ev yaptı. Kale sırtlarında, Roma döneminden kalma 15 bin kişilik bir anfi tiyatro var; üstünde de 50-60 tane ev! İzmir Kültür Müdürü Himmet Bey’in söylediğine göre ellerinde bütün proje varmış; yani o evler yıkılırsa eski Roma döneminin anfi tiyatrosu çıkacak meydana… Sonra, Konak’tan İkiçeşmelik’e kadar 13 tane sinagog var. Bunlar turizme yönelik kullanılabilir diye düşünüyoruz. Bir başka gelişme ise Konak Belediyesi’nin, Agora çevresinden Kemeraltı’na doğru binaların her birine numara vermesi. İçinde yaşayan kişilere evlerin eski halini gösteriyorlar, insanlar da ona göre uygulamalar yapıyor ki bu da İzmir’in tarihi kimliğini tekrardan kazanması demek… Eylül’de Sakız Adası’na gittik, içimiz cızladı. Orası İzmir’in korunmuş hali gibi.” Eşi Nuran Hanım da “Kordon’daki, Karşıyaka’daki, Güzelyalı’daki o eski evlerin iskeleleri, denizi, bahçesi vardı. Akşamları iskelelerden balık tutulur, o balıklar kızartılır yenirdi” diyor, buruklukla gülümseyerek.
İbrahim Bey’in en sevdiği semt Alsancak… “Hayatım burada geçti. Bu kulüp (Kültürpark Tenis Kulübü’nü kastediyor) evimin bahçesi gibi. Muhteşem bir yeşillik içindeyiz ve her akşam da İzmir Sanat’ta bir etkinlik olur.” İzmir Sanat’tan bahsetmeli; İzmir’in sanat kızağının baş çekicisi. Kültürpark’ta 2000’de İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kurulan İzmir Sanat (Kültürpark 26 Ağustos Kapısı, 0232/483-56 52; www.izmirsanat.org.tr) 300 kişilik tiyatro ve sinema salonu, 80 kişilik oditoryumu, bale ve sergi salonu, kafe-barı, yıl boyunca yaptığı söyleşiler, seminerler, tiyatro ve film gösterileri, konserler ve sergiler, oyunlar, dans ve bale kurslarıyla her daim hareketli.
İbrahim Bey’in eşi Nuran Yüncü ise yıllardır İzmir için çok önemli bir misyona sahip olmuş başka bir oluşumda faal: İzmir Kültürpark Tenis Kulübü’nün (Fuar içi; 232/483-33 52; www.kptk.org) birkaç kolunun başkanlığını yapıp kültürel etkinliklerini organize ediyor. Kulüp, 1940 yılında, Dr. Behçet Uz, Nejat Eczacıbaşı, Sadi İplikçi gibi şahsiyetler tarafından kurulmuş. Kulübün pek çok Türkiye şampiyonu ve milli sporcusu var. Ayrıca da devamlı bir hareket; yoga/aeorobik derslerinden konferanslara, Cumhuriyet Kokteyli’nden fotoğraf yarışmasına, kortta senfoni konserlerine…
Kulüp, İzmir’in şu meşhur “Fuar”ının içinde. Pek çok arkadaşım sormuştur bana: Nedir Fuar? Benim buraya ilişkin en önemli anılarım yeniyetme bir gençken vatkalı gömlek ve tozluklar eşliğinde gündüz diskolarında dans etmek olabilir ama Fuar, resmi adıyla “Kültürpark”, Orhan Rahmi Gökçe’nin “Fuar Tangosu” isimli şiirde bahsettiği kadar önemli İzmir için: “…Ege’nin ruhu, yıldızısın / Şarkı, türkü, tenis, dönme dolapsın / Fuar, sen bu vatanın / Bir tanecik kızısın…”
Cumhuriyet Türkiye’sini kültür-sanat ve spor gibi değişik alanlarda atılıma geçirmek üzere bilinçli olarak tasarlanıp kurulan, içinde pek çok ağaç, parkur ve tenis kulübü, spor salonu, açık hava tiyatrosu, müze, İzmir Sanat, hayvanat bahçesi, lunapark, gazino gibi yapılar barındıran bir dev. Burasının Kültürpark değil de Fuar olarak anılmasının sebebiyse öncelikli olarak ticari amaçlarla, bu alan içinde düzenlenen İzmir Enternasyonal Fuarı yüzünden. Fuar’ın kurulma süreci, Atatürk’ün talimatıyla 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Birinci Türkiye İktisat Kongresi’yle başlamış. İkinci Kordon’da Osmanlı Bankası Deposu olan Hamparsomyan binasında yapılan ilk kongrede el tezgahı ve küçük sanayi ürünleri, halılar, sabunlar, unlu yiyecekler, ihraçlık pamuklar, mobilyalar, tarım araçları, kiremit, şarap örnekleri gibi pek çok ürün sergilenmiş. Sonraki ilk sergi 4 -25 Eylül 1927’de Mithatpaşa Sanat Enstitüsü’nde açılmış; 71 resmi kuruluş, 195 yerli firma ve 9 ülkeden 72 kuruluşun katılımıyla. 1928 ve 1935 sergilerinden sonra da İzmir Fuarı’nın temeli bugünkü yerinde 1 Ocak 1936’da törenle atılmış. 360 bin metre karelik alanın Kültürpark haline getirilmesi ve yılın belirli bir ayında bu alan üzerinde uluslararası bir fuarın gerçekleştirilmesi planlanmış. 1948’de Uluslararası Fuarlar Birliği’ne (UFI) üye olan İzmir Enternasyonal Fuarı o yıllarda alıcılarla satıcıların birbirini bulduğu çok önemli bir ticaret etkinliğiymiş; eskisi kadar canalıcı olmasa da önemini hala koruyor.
Hazır Alsancak’tayken onu alıp ayrı bir yere koymadan gitmeyelim. Fransız değil de Parisli veya Amerikalı değil de New Yorklu olmak gibi, İzmirli değil Alsancaklı olmak var. Mesela iki yıllık ABD yaşantısını saymazsak doğma büyüme Alsancaklı İzzet Kohen, İzmir’siz yapamayan ama İstanbul’da açılan en yeni kafeleri, restoranları bilen, sık sık İstanbul’a giden, yurtdışına çıkan, iyi yemeyi ve yaşamayı seven 30’larında bir “global” kentli. İzmir’den uzaktayken en çok rakı ve balık keyfini özlüyor; Karaburun’a gidip tekneyle çıkmayı seviyor; Alliance Küçük Kulüp’te (0232/421-39 70) kahvaltı etmekten keyif alıyor; güneşi Pasaport’ta Kalamış Kafe’de (0232/425-39 50) nargile içerken batırıyor. Peki, diyorum, İzmir’i seviyorsun ama keşke…”…nitelikli bir caz bar ve daha değişik tatların olduğu restoranlar olsaydı. İnsan isterse her akşam değişik bir yerde yiyebilmeli. İstanbul ve New York’da ve küçük olmasına rağmen Tel Aviv’de bunu hissediyorum”. Peki İzmir’in en iyi tarafları neler? “Şehirden kaçıp 15 dakikada deniz ya da dağla buluşabiliyorsun. Sayfiye yerlerine çok yakın. Mesafeler nedeniyle yaşam daha kolay.”
Başak-Uğur Çakı, oğulları Dora ve üç dev Danua’larının Çeşmealtı’nda denizin tam dibindeki koca bahçeli evlerindeki yaşam ise İzzet, karısı Selin ve oğulları Aksel’in renkli yaşamından daha içe dönük ve sanatla dolu. Oyun yazarı Başak ve heykeltraş Uğur da doğma büyüme İzmirli ve İzmir’e bayılıyorlar. “Buradaki iş potansiyeli çok düşük ve insanlar yeteri kadar profesyonel değil ama iklimi, evimizi ve birbirimizi seviyoruz. İzmir keyfe fırsat veriyor. Yaşam ucuz, iklim süper” diyorlar. Pizzeria Venedik’i (1382 Gül Sokak, No:10 A/B, Alsancak; 0232/ 422-18 26) ve Urla iskelede balık yemeyi seviyorlar. Ve elbette işleri gereği İstanbul’la ilişkileri sıkı fıkı: Uğur, Çağla Cabaoğlu Art Gallery’de kışın bir heykel sergisi düzenlenmiş; başkaları da yolda.
Çeşmealtı’ndan şehre dönerken gözüme bir kilise takılınca İbrahim Bey’in İzmir’e neden “gavur İzmir” dendiğine dair sorumun cevabını arıyorum notlarımda: “Eskiden İzmir iki bölümdü. Müslümanların oturduğu yer Kale ve Konak’a doğru, Fevzipaşa Bulvarı’nın sağ tarafıydı. Fevzipaşa Bulvarı’ndan öbür tarafta da levantenler otururdu. Pasaport’un arkası eski İzmir’dir; ‘Lavant İzmir’ dedikleri yerdir cavur İzmir. O bölgenin adı daha sonra ilk anlamı unutularak tüm şehir için kullanılmaya başlandı. Aslında İzmir üç toplumu huzur içinde yaşatıp homojenlik sağlayan bir kent”.
İzmir, Hristiyanlık için çok önemli. İncil’de adı geçen yedi kutsal kiliseden üçü İzmir sınırlarında. Meryem Ana’nın Efes civarında “Panaya Kapulu”daki evi Hristiyanlarca haç merkezi olarak kabul ediliyor. Söylenenlere göre İsa çarmıha gerildikten sonra Meryem, Yuhanna ile gelip buraya yerleşmiş. Her yıl yapılan 15 Ağustos ayinlerine Vatikan temsilcileri de katılıyor. İzmir, muazzam bir geçmişe sahip.
Bu görkemli geçmişin kaybolmaması, belgelenmesi, dönüştürülüp güncel hayata entegre edilmesi için uğraşan bir kurum var: İzmirlilerin kişiliğine de, başkanlığında da doyamadan genç yaşta vefat eden Ahmet Priştina’nın prestij projelerinden olan İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi. Müzenin kurucusu Dr. Fikret Yılmaz, 2004’te açılan kurumun amacını; “en geniş düzlemde malzemeyi derlemek, toplamak, tasnif etmek, tanımlamak ve hem fiziksel hem sanal ortamda araştırmacıya sunmak; bu malzemeyi kullanarak tematik sergilerle ziyaretçilere kentin çeşitli yanlarını tanıtmak” olarak anlatıyor. “Burada dijital ortamda, 16. yüzyıldan günümüze dek tüm Ege bölgesine ait Osmanlı mahkeme defterlerinin kopyalarını bulabilirsiniz; binlerce belgedir. Milli Kütüphane’de bulunan 5000 üzeri elyazmasını mikrofilme alıp dijital ortama kayıtlarını yapıyoruz. 1930-1986 arasındaki meclis kararlarını düzenledik; 200 küsur cilt” diyor Fikret Bey. Ellerindeki bu muazzam arşiv ve bilgi birikimini, belli temalar etrafında her yıl değişen sergilerle de ziyaretçilere sunuyorlar. Şu andaki sergi üç bölüm: İzmir Tarihi; Kent ve Ticaret; Yangınlar ve İzmir (müze, eski itfaiye binası olduğundan bu sergi sürekli). Binanın güzel avlusunda İtfaiye Restoran var. Daha çok Ege bölgesi ve zeytinyağlı/ot yemekleri üzerine kurulu bir mutfak ön planda. Gidince mutlaka burada minik bir mola verin.
Fikret Bey’e İzmir’e en çok nereden bakmayı seviyorsunuz diye sorunca “yazınıza koymak istemezsiniz herhalde ama ben İzmir’e yukarıdan bakmamayı tercih ederim. Yukarıdan bir çatı çölü gibidir İzmir; yeşil İzmir derler ama yeşil görünmez yukarıdan bakınca. Ama İzmir’de yaşayan herkes gibi Kordon’u önemserim. Kordon ve 2. Kordon’da, onları kesen dar sokaklarda İzmir’liliğin sinmiş bir havası vardır. Bütün öğrenciliğimiz Pasaport civarında geçti ve bir nefes almak istesem İzmir’e oradan bakmayı tercih ederim. Kordon’da yürüyüp güneşin battığı yöne doğru bakmak, Pasaport’ta bir çay içmek, bir sigara tellendirmek dinlendirir beni… Balık içinse Karşıyaka’daki Orfoz Balık Restoran’ı (Cengiz Topel Caddesi 24/A; Bostanlı 0232/330 14-16) tercih ederim” diyor.
Peki İzmir’e gelen ne yapmadan gitmesin? Nuran Hanım; “Bir kere Pasaport’ta sabah kahvaltısında boyozla yanında fırında pişmiş özel yumurtasını yesin” diyor, ben ekleyeyim: Sahil boyunda bir balık yesin. Narlıdere-Urla taraflarına sahilden bir araba yolculuğu yapsın. Alsancak-Karşıyaka arasında vapur sefası yapsın. Asansör’den (Asansör Restaurant; Şehit Nihat Bey Caddesi 76/A, Mithatpaşa; 0232/261-26 26) ya da Teleferik’ten (Balçova) İzmir’e baksın.
İzmir, megakent olmasa da kendi içinde alternatifler barındırıyor. Mesele gece eğlencesi için yenilerden, ağır abilerin bin kişilik mekanı Velox da (Alsancak Şehitler Caddesi; 0232/421-20 33) var, Kordon’da güneşe/denize karşı bira içebileceğiniz güzel mekanlar da, daha alternatifinden gece eğlencesi de (Rockçılar, punkçılar, gayler lezbiyenler, toplanın: Alsancak, Kıbrıs Şehitleri 1482 Sokak’ta Sardunya, Cafe Kaos Bar, Cafe Uğrak Bar…). Vizyon filmleri sizi kesmiyorsa DESEM (Dokuz Eylül Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi) Fassbinder’den Bergman’a usta dolu. Buca’daki İzmir Atlı Spor Kulübü (0232/487-31 95) illerarası yarışmaların olduğu zamanlarda dolup taşan, şehri şenlendiren sağlam bir kulüp. Bununla birlikte, bazı minik şeyler İstanbul dışında olduğunu hatırlatıyor insana: Koca bir alışveriş merkezinin web sitesinin, merkez açıldıktan iki yıl sonra hala kullanıma hazır olmaması gibi. İzmir’in en yeni, en “hip” eğlence mekanlarından Atelier Michelle’de (0232/446-92 96) her salı Ferdi Özbeğen’in çıkması ve salıları oranın dolup dolup taşması gibi. Konak Pier Home Store’da garsonun rehavetten olsa gerek, isteksiz, uyur ve sizden bir an önce kurtulmak istercesine servis yapması gibi. Ama, ama bir dakika… Şimdi Urla’da olsam. Kendimi ota balığa boğsam, yanında buz gibi bira. Hava da ne güzeldir kim bilir… Akşam, orada yaşarken haftada üç defa her nasılsa yapmaya fırsat bulduğumuz gibi arkadaşları çağırıp portakal ağaçlarıyla dolu bahçemizde şöyle güzel bir barbekü yapsak. Köpeklerimiz bahçenin bir ucundan bir ucuna koştursa. Ertesi sabah da kahvaltı için Alaçatı’ya gitsek? Mesela… Alo, Türk Hava Yolları mı? İzmir’e uçacaktım; çok acil. +
(Travel+Leisure, Haziran 2006)