İnci Aral
GERÇEK, Mİ?
1979’da Ağda Zamanı adlı öykü kitabıyla edebiyat dünyasına hızlı bir giriş yapan İnci Aral, o günden bugüne özenle yazılmış öykü ve romanlar üretiyor. Yazarla, Epsilon Yayıncılık’tan çıkan son öykü kitabı Ruhumu Öpmeyi Unuttun üstüne konuştuk…
Röportaj: Çiler İlhan
Kitaptaki ana izleklerden biri, zaman…
Ben epeydir bu mesele üstüne düşünüyorum… Zamanın insanlar tarafından kurgulanmış bir şey olduğunu, iç yaşantılarımızdaki, belleğimizdeki zaman olgusunun farklı olduğunu. Şunun farkına vardım: Gerçek olan, içinde yaşadığımız zaman. Diğer zamanlar birer yanılsama. Geçmiş, şimdiki zamandan bakarak algıladığımız anlar ama anımsarken de şimdiki zamana taşıyoruz onları. Gelecekse yine şimdiki zamanda kurgulanıyor. Zaten edebiyatta zamanı bu biçimde kullanırken çıktı bu soru: İleriye ve geriye giderken hangi zamandan söz ediyorum? İşte o anda bellek dediğimiz şeyin ne muhteşem olduğunun farkına varıyorsunuz. Belki bu, bizi insan yapan en büyük özellik. Mesela bir rüyada, bir zamanlar çok sevip sonradan unuttuğunuz bir insanla karşılaşıp çoktan unuttuğunuzu zannettiğiniz bir duyguyu yaşıyorsunuz yeniden. O ana dönüyorsunuz; bellek o duyguyu saklıyor. Zamanın da bellekle ilgili olduğunu düşünüyorum.
Gerçekliği bizim yaratıyor olmamız, varlıkla yokluk arasındaki o ince çizgide durmak…
Bu duygudan yola çıkarsak biz o insanı unutmuş da olabiliriz, o insan somut olarak bu dünyada yaşamıyor da olabilir. Bir rüyada veya bir sanrıda o duyguyu yeniden yaşayabiliyoruz. O zaman gerçeğin ne olduğunu sorgulamak durumunda kalıyoruz. Ve zaman içinde ne yaşayıp biriktirdiğimiz, ne hayal ettiğimizle ilgili oluyor varlık-yokluk sorusu…
Bu, insanda tekinsizlik yaratırken bir yandan da büyüleyici, değil mi?
Kesinlikle öyle… Kitabımın, gizemcilerin yorumladığı gibi bir arka planı yok. Ben sadece algılama kapasitemiz, farklı algılamalarımız üstünde duruyorum ki bunlar duyguların yoğunlaşması üzerine çıkan durumlar. Kitabı üç izlek üstünde ilerlettim; ölüm, zaman ve bunlarla ilgili yanılsamalar. Üçü de biribiriyle çok iç içe. Aslında Ölü Erkek Kuşlar’dan beri bu konu üstünde yoğun olarak düşünüyorum. Bu kitaptaki bütün öykülerde de zaman sorgulanıyor ama pilot öykü diyebileceğim Pembe Kayışlı Saat’te zaman kesintiye uğrar ve ölmüş olan genç kız gelir, pembe kayışlı saatini alıp gider.
Bana kitabınızdan geçen ana his, fantastik-gerçekçi edebiyat arasında salınan bir “tekinsizlik” hissi…
Tam da öyle, çizgide olsun istedim. Son hikaye kitabım Gölgede Kırk Derece’de bazı hikayeler kendiliğinden gerçeküstüne gitmeye başladı. Önce neden olduğunu anlayamadım…
Pembe Kayışlı Saat zaten kitapta da, sanki yazar olarak İnci Aral’da bir kırılma noktası, bir sınır?
Çok doğru… Zaten o benim yaşadığım bir olaydır, tabii ölmüş genç kızın geri gelip saati alması kısmı değil ama misafir olarak kaldığım o odada birinin olduğu duygusunu çok net bir biçimde yaşadım ve öyküde bahsettiğim o çığlığı duydum. Sabaha kadar uyumadım, perdelerin kıpırdadığını hissettim… Sabah ev sahibine sorunca, odanın, evin az ötesinde bir tramvayın altında kalarak ölen kızına ait olduğunu öğrendim. Bu, altıncı duyumuzla, farklı algılamalarımızla ilgili katı görüşlerimi değiştirdi diyebilirim…
Materyalizm kapısını biraz araladı yani?
Evet… Bir kapı aralandı. Orası karanlıktı. İçeride ne olduğunu tam olarak göremiyordum ama hafif bir ışık yakıp bakmak istedim. Bunu yine de gizemle değil, algılarımızın, hayal gücümüzün genişliğiyle açıklıyorum tabii. En önemlisi yanılsamalarımız… Biz bunları uydurup yaratabiliyoruz ki bu da çok hoş bir şey… Zamanı yarattığımız gibi. Hayatı esneten, zenginleştiren bir şey bu.
Kitaptaki kahramanların ortak paydalarından biri de “kendilerini gerçekleştir(e)memiş olmaları mı?
Sadece kendi kusurları yüzünden eksik kalmış değiller… Koşullar yüzünden, bazen yeteri kadar sevilmedikleri, ruhları öpülmediği için eksik kalmışlar ama istedim ki her biri ölümle şöyle ya da böyle bir karşılaşma aracılığıyla o eksikliklerinin, iç zenginliklerinin farkına varsın ve böylece bir tamamlanma sürecine en azından başlamış olsun. O yüzden ölüm gibi çok acı ve tekinsiz bir konuya bakarken karamsar ve umutsuz hikayeler yazmadım. Tüm kahramanlar bir çıkış noktası arama sürecinde hikayeye girer ve bir biçimde de o çıkışı bulmuş olarak çıkar.
Peki sırada ne var?
Yazmaya başlamadığım ama dört yıldır yoğun olarak düşündüğüm ve notlar aldığım bir roman var.
(TimeOut İstanbul, Şubat 2006)