Yaman Adam

Sen mi yaman aşk mı yaman

İspanyol düşünür ve yazar Miguel de Unamuno’nun 10 öyküsü, yeni baskısıyla karşımızda. Behçet Necatigil’in çevirisinden ustayı okumak gerçek bir ziyafet.
Çiler İlhan

Oldukça tuhaf, Edgar Allen Poe’umsu bir atmosferde filiz veren bir aşkla, bir çılgınlık hikayesiyle başlıyor kitap. Narsisizmin bile ötesinde bir “yaman adam”ımız var; romanlardan öğrenilen aşk zırvalıklarından tiksinen,“evim tiyatro değil, burada Othello oynatacak değilim” diye parlayıp sonra kendine en ateşli tragedya yazarlarını kıskandıracak bir son biçen Alejandro Gomez. Diğer kahramanımız ise onun kendisini ne kadar sevdiği sorusuyla azap içinde aklını yitiren güzel karısı Julia… Sıra dışı bu aşk, tarihsel ve toplumsal bir bağlamda ince ince örülüyor. Kitaba adını veren bu ilk hikâyedeki arketipler daha sonra da karşımıza çıkacak.

İki Ana’da Hitchcock’umsu bir dulla tanışıyoruz; siyahlara bürünmüş bir femme fatale… Bir adamla iki kadının hikayesinde mutlu sona eren tek kişi, o. Klasikle modern arasında salınan, kendinden önceki cümleyle iletişim kurmaya gerek duymadan tiyatro oyunu gibi pat diye önümüze atılan diyaloglar, Rus kahramanlardan bile çabuk ateşlenip hastalanan karakterler, Freud’un bilinçaltı hükümdarlığından fırlamış gizemli benlikler… Derinlikli bir cümbüş, burası.

1864 Bilbao doğumlu, roman, öykü, deneme, şiir yazarı Unamuno hakikaten “çok yönlü”. Aşkı, evliliği, kutsal sayılanı, otoriteyi, aklına gelen her kavramı didikleyen yazar boşuna değil monarşiye de faşizme de karşı durmuş… Gidişi bile başkaldırı: Diktatör Franco tarafından rektörlükten uzaklaştırıldığı 1936 senesinin son gününde ev hapsinde vefat etmiş, Unamuno. Ki buradan üçüncü öykümüze bağlanacağız: Lumbría Markisi. Hikâye gotik edebiyata selam çakan bir sahneyle açıldıktan sonra anlaşılıyor ki aslında bir politik alegoridir… Gün ışığı ve temiz hava karşısında gerçek bir dehşet hisseden Markiz, yeniye direnen geri kafalılığın sembolü gibi. Kurgu bizi ters köşeye yatırıyor: İsyanı küçük kızdan beklerken düzeni alt eden büyük kız oluyor. Hatta öyle ki, değişim uğruna iki çocuk feda ediliyor (yine tekrar eden bir leitmofit.)

Varlığından emin olunamamakla birlikte, adı gibi aşka adanmış bir öykü, Aşkın Hücumu. Bir sonraki Sessizlik Mağarası, yağmur yağdığında ıslanmasın diye üstünde kara bir delik beliren, sadece dirileri kabul eden (Bermuda Şeytan Üçgeni’msi) sırlı bir mağara. Biz öykünün neyin alegorisi olduğunu anlamaya çalışırken (“O krallıkta bütün hayat, mağarayı saran sırrın baskısı altındaydı… Tekmil sanat ve ilim, edebiyat, hükümet ve siyaset hep bu sırrın etrafında dönüyordu.”) yazar post modern bir darbeyle metne atlıyor: 8 Eylül imiş. Gece yarısı gök gürültüsüyle uyanmış. Lambayı yakmış, birisi dikte ediyor gibi başlamış yazmaya:“Kim? Bilmiyorum. …bildiğim tek şey; onun bir sembol, bir alegori olmadığı, göründüğünden başka bir şey olduğudur. Bunu bana biri söyledi… Ve bu “biri”nin anlattığı şekilde ben de burda anlattım işte.”

Vakit Nasıl Geçiyor, yine aşk ve evlilik üstüne… Eşekarısı, çocukluğun duygusal kalıtımlarına dair bir metin, tıpkı farklı tonda olsa da Susin’in Başına Gelenler gibi. İhtiyar Şairi Bir Ziyaret, isim için ruhunu feda etmemiş, sessiz bir köye çekilmiş bilge bir şairle yeni yetme bir muhabirin diyaloğuna dayanıyor (belki de John Berger’in eş ruhudur). Nefretten Merhamete’nin kahve köşelerinde sadece memleketi değil insanlığı kurtarmaya adamış adamlar topluluğu ise bize çok tanıdık… Kahramanımız Toribio, uzaktan sevmediğini düşündüğü bir adamı anlayıp kabullenmenin bilgeliğine eriyor hikâyenin sonunda. Darısı insanlığın başına.

Yaman Adam, Miguel de Unamuno/Çeviren: Behçet Necatigil, Can Yayınları
(Kitapsever Dergi, 17 Ekim 2019)