Avrupa’ya Mülteci Akını
Saçın siyahsa ve dilin akıcı değilse gözler devriliyor ama…
6 Mart 2020
Haftalık Gazete/ www.haftalikgzt.com
Çiler İlhan
Hollanda’nın en yüksek tirajlı gazetesi De Telegraaf’ın 28 Şubat 2020 tarihli haberinin başlığı; “Herkes başına buyruk.”
Konu, 33 Türk askerinin İdlib’de hayatını kaybetmesi sonrasında sınır kapılarını açarak kontrolü bırakan Türkiye’nin bu kararı karşısında Avrupa’nın paniği. Daha doğrusu, panik olması gerektiği. Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki 18 Mart 2016 tarihli “ahlaksız teklif”, 6 milyar Euro’luk ‘Mülteci Mutabakatı’ mültecilerin sınır kapılarına dayanmasına geçmişte de engel olamadı. Bu yazı yazılırken Türk-Yunan sınırında ne yazık ki savaş yorgunu, sadece tepelerine bombaların yağmadığı, karınlarının doyacağı sıradan bir hayatın peşinde olan, siyasetin pazarlık unsuru, ekonominin şantaj malzemesi yaptığı binlerce kişi çocuk, bebek demeden gazlanıyordu.
2015’teki mülteci akınında Hollanda kasabası Pijnacker’da kurulan acil barınma merkezlerinin, olay çıkmaması için birkaç haftada bir yer değiştirdiğini hatırlıyor, orada yaşayan Monique. Yerel gazete Telstar’da, “kadınlarımız tehlikede, sokakta gezerken yanlarında koruyucu sprey bulundursunlar” minvalli haberlerin çıktığını da. Bununla birlikte pek çok kişinin, mültecilere ilk yardımların yapıldığı kriz merkezlerine giderek oyuncaktan kıyafete bireysel yardımda bulunduğunu da ekliyor; nitekim gidenlerden biri o.
Bu sıralar, aynen 2015 ve 2016’da olduğu gibi yine bir mülteci akını yaşanacağından ve kentlerin, kasabaların orta yerindeki spor salonlarında geçici de olsa barınma merkezleri kurulup günlük hayatlarının etkileneceğinden çekinen Hollandalılar var. Peki kendi “azınlıklarına” yapmadığını bırakmayan bir ülkenin evladı olarak Avrupa’yı toptan ırkçı diye yaftalamak ne kadar adil?
Profilleri birbirine benziyor
Göçmenlere karşı çıkan grupların profili kıta veya ülke gözetmeksizin birbirine benziyor gibi görünüyor: Popülist ve aşırı sağ söylemlere meyilli, “evlerimizi, işlerimizi, eşlerimizi elimizden alıyorlar” korkusuyla mümkün olsa bırakın ülkeyi, mahallesinin etrafına tel çektirmeye gönüllü bir kitle. Büyük bir kısım, kafatasçılıktan ziyade pratik sebeplerden karşı çıkıyor mülteci akınına. En azından Hollanda için söyleyebilirim; sebeplerden en önemlisi “sosyal devletin” giderek küçülüyor olması. Hollanda meclisinde, medyasında dünyanın sonu gelmişçesine tartışılıp durulan problemler bizim kulağımıza küçük veya önemsiz gelebilir ama İskandinav rüyasına en yakın Avrupa ülkesi olan Hollanda, son zamanlarda ayyuka çıkan sorunlarla aslında kendi çapında epey boğuşuyor. Eğitimin “sıcak” konuları özellikle ilk ve orta öğrenim kurumlarındaki öğretmen açığı, bu sektördeki maaşların düşüklüğü, öğrencilerin, üniversite öğrenimlerini karşılamak için devletten aldığı kredilerdeki faiz oranının artırılmasına dair tartışmalar. Yarı devlet-yarı özel olarak adlandırabileceğimiz bir sağlık sistemine sahip ülkede hastaneler yoğun, acil servisler ölümcül bir vaka değilse hastayı tercihen tedavi etmek istemiyor, ameliyatlar için birkaç ay sıra bekleniyor. Ödedikleri vergilerin hangi kamu hizmetleri için kullanıldığı bilgisine oldukça saydam bir şekilde vakıf olabilen ve yüksek vergiler ödeyen (en yüksek kategoriye ait gelir vergisi oranı %49,5’e kadar çıkıyor) sıradan Hollandalılar, vergilerinin “mültecileri beslemeye” değil, kendi meselelerini iyileştirmeye harcanmasını istiyor.
Almanlar okullardaki göçmen çocuklardan şikayetçi
Birkaç ay önce Münih’e taşınan arkadaşlarım, okullardaki veli ve öğretmen şikayetlerinden bahsetmişti. Almanca bilmeyen ya da bu dili başladıkları okulda öğrenen göçmen çocukların sınıfın genel seviyesini düşürdüğüne, Alman çocukların yeteri kadar iyi bir eğitim alamadığına, ödedikleri vergilerin bu yüzden olması gerektiğinin aksine çocuklarının eğitimine gitmediğine dair yoğun şikayetler varmış. Münih ve Frankfurt gibi burnu büyüklüğüyle bilinen kentleri dışarıda bırakırsak halk bu konuda Avrupa genelinde küçük şehir ve kasabalarda daha anlayışsız. Arkadaşım bir bankada üst düzey yetkili. Münih’e iş dolayısıyla taşındılar. Buna rağmen, “Almancan yeteri kadar akıcı değilse ve saçın da siyahsa konuşurken gözler hemen devriliyor,” diyor. Saç rengi meselesi mühim; tecrübeyle sabit. 2017 yazındaki ev arama maceramızda, Rotterdam, Den Haag, Amsterdam gibi önemli kentlere yakınlığı göz önünde bulundurulunca oldukça merkezi fakat muhafazakârlığa meyilli Gouda’da bulduğumuz daireyi kocamın sarı kaşına yeşil gözüne borçluyuz. İskandinav elmacık kemikleri üstüne akıcı Hollandacası olmasa zirve yapmış emlak piyasasında zannediyorum daha epey ev arardık.
Danimarka farklı mı?
32 yıldır Danimarka’da yaşayan çevirmen-gazeteci Sadi Tekelioğlu’na göre, sığınmacılar konusunda Danimarka halkının da bu kadar endişeli olmasının temelinde ülkenin küçük, kaynaklarının sınırlı olması gibi nedenler yatıyor. Ayrıca geleceğe dönük olarak yapılan demografik öngörülerin 2030’lu yıllarda ülke nüfusunun yüzde 30’unun göçmenlerden, bunun da büyük çoğunluğunun Müslüman göçmenlerden oluşacağına işaret ediyor olması Danimarkalıların sığınmacılar konusundaki olumsuz tavrını güçlendiriyor. Her dört kişiden birinin desteğine sahip aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi siyasetin ayrılmaz bir parçası. Bu parti, ülkedeki mülteciler ve göçmenlere yönelik ayrımcı ve kısıtlayıcı yasa ve kuralların yasamanın bir parçası haline gelmesini sağlamış, bir anlamda yabancı düşmanlığını kurumsallaştırmış. “Bunu da en kolay; göçmenlerin sosyal hakları, vatandaşlığa geçiş kuralları, süresiz oturma ve çalışma izni hakkının kaldırılması gibi konularda görebiliyoruz,” diyor Tekelioğlu. Önceki seçimlerde Danimarka Halk partisinin bastırmasıyla, Danimarka, Schengen ruhuna aykırı olarak sınır kontrollerine başlamış, spontan sığınmacılara kapılarını kapatmış.
Yeni nesil göçmenlerin işi bugün hiç kolay değil
Değişik inanç ve kültürlere toleranslı olmasıyla ün yapmış Hollanda’da göç, entegrasyon ve uyum yasalarının kabul edildiği yıl, 1998. Daha önceki yıllarda göçmenlerin kültürel kimliklerini korumaları ön planda tutulurken, bu tarihten sonra, yeni gelenlerin Hollanda’ya ayak uydurması öne çıkmaya başladı. Bu gelişmede, konuk işçilerin, ülkelerinde kalan aile fertlerini Hollanda’ya getirmelerine imkân veren “aile birleşimi” (family reunification) yasasının önemli rolü var. 1974’de işçi alımı durmuş olsa da Türk ve Faslı nüfusu, aileler birleştiği için yükselmeye devam etti ve bu artış, 1990’lı yıllarda hem hükümetten hem toplumdan, mevcut konut kıtlığına istinaden yoğun eleştiriler aldı.
Yeni nesil göçmenlerin işi, bugün, 1960’larda ihtiyaç üzerine davet edilen misafir işçiler kadar kolay değil. IND Göç ve Nötralizasyon Servisi (Immigration and Naturalisation Service) raporuna göre 2019’da Hollanda’ya iltica başvurusunda bulunmuş kişi sayısı 29 bin 435. Bu rakamın 2020 yılında en az 37 bine çıkacağı görüşünde, resmi makamlar. İltica taleplerinin işleme sokulması, IND’deki eleman yetersizliğinden dolayı yavaşlamış vaziyette. Ayrıca emlak piyasasındaki sıkışıklık sebebiyle oturma izni verilen mülteciler ev bulana kadar barındıkları merkezlerde aylarca beklemek zorunda kalıyorlar.
Entegrasyon kolay iş değil
Romanımdaki bir bölümün araştırması için geçen yıl Hollanda’da pek çok mülteciyle görüştüm. Biri, 27 yaşındaki Suriyeli B. 2012’de Lazkiye’den çıktıkan ancak iki yıl sonra Amsterdam’a ulaşabilmiş. Bu zorlu yolculukta İstanbul’da bir otelde haftanın yedi günü karın tokluğuna çalışmak; haftalarca Marmaris’te havanın müsait olmasını, polis kontrolünün sıkı olmamasını gün be gün sırtında çanta, beklemek; polisi görünce yok olan insan kaçakçıları eksik olmasın sabaha kadar ormanda 50 kişi aç susuz çoluk çocuk yürümek de var. En çok neden korktun diye sorduğumda kocaman, insanın içine işleyen siyah gözlerini açarak “denizde boğulmaktan” dedi. Nihayet tekneye binip Yunanistan’ın Tilos adasına vardıklarında insan kaçakçıları grubu kuş uçmaz kervan geçmez bir noktaya bırakmış. Adanın yerlileri yardım etmiş, teknelerle kriz merkezlerine taşımış onları. Tilos’ta yedi gün kalmış B. Oradan Atina, Roma ve Amsterdam. Akıcı Hollandaca konuşuyor, Amsterdam Üniversitesi’nde okuyor. “Entegrasyon” kelimesinin Hollandalılar için farklı anlamlar taşıdığını düşünüyor: Dil sınavını geçmek mi? “Avrupai” kız-erkek ilişkilerini benimsemek mi? Bir işe girip vergi ödeyerek kapitalizm çarkına dahil olmak mı? B. zorluklara rağmen Hollanda hükümetine müteşekkir çünkü binlerce vatandaşının aksine hayatta ve her canlının hak ettiği gibi, insan gibi yaşıyor.
İltica talebi tamam, sonra?
Peki iltica talebinde bulunduktan sonra ne oluyor? Hollanda’nın kuzeyindeki sığınma merkezi Ter Apel, sınır dışı edilmeyen mülteciler için ilk durak. Burada alınan kayıttan sonra yakınlardaki bir karşılama merkezine yerleştiriliyor, sığınmacılar. Avukat ve gerekiyorsa çevirmen eşliğinde neden iltica etmek istediklerini açıkladıkları sorgulamadan sonra şahsın geçici bir oturma izni alıp almayacağına karar veriliyor. Etnik, sosyal grup, din, milliyet ya da siyasi görüşler sebebiyle tehlike altında olunduğuna kanaat getirilmesi, ülkede savaş olması veya cana kast edildiğine kani olunması gibi sebepler iltica talebinin işleme alınma ihtimalini doğuruyor. Geçenlerde tanıştığım 32 yaşındaki bir Afgan mülteci, ateist olduğundan öldürülme tehlikesi bulunduğunu belirterek üç yıl önce iltica etmiş. Şu anda bir Hollanda bankasında çalışıyor, iki yıl sonra süresiz oturma ve çalışma izni peşine düşecek.
Ayda 900 euro yardım
Suriyeli ressam M., Ter Apel’dan sonra bir yıl içinde beş ayrı kampta kalmış B.’ye kıyasla daha şanslı. Beş yıllık oturma iznini çok kısa sürede, bir ay içinde almış. Rotterdam’da ona verilen evin kirası, elektriği, suyu, gazı devlet tarafından karşılanıyor. Üstüne ayda 900 Euro civarı para yardımı alıyor. Bir eve yerleştirilene kadar mülteciler, yaşadıkları merkezlerden kısıtlı ve kontrollü olarak çıkabiliyorlar; aslında bir nevi hapisler orada. Beş yıllık geçici oturma ve çalışma izinlerini kullandıkları sürede yasal bir suç işlememek ve entegrasyon sınavını başarıyla geçmek başta olmak üzere öngörülen koşulları karşılayan mülteciler, Hollanda’da süresiz oturma ve çalışma izni alabiliyor. Zorlu bir süreç ama imkânsız değil. Avrupa, bizim gibi, hangi çetrefilli koşullarda yaşam verdikleri muamma dört milyona yakın mülteciyi barındırmakla böbürlenmiyor, kapıları sıkı sıkı kapalı, doğru. Yerle bir edilen ülkelerde tozun dumana katılmasında hiç payı yokmuş gibi davranıyor, evet. Yine de belki en azından şunun hakkını vermek gerek: Sığınma talebini kabul ettiği mültecileri topluma sosyolojik açıdan entegre edemese bile sisteme entegre ediyor. Sığınmacılık, Türkiye’deki gibi kolda bir dövme, çıkmayacak bir alın yazısı gibi yapışıp kalmıyor göçmenlerin üstüne. Hollanda pasaportu almasalar bile her hakka sahip vatandaşlar olabiliyorlar burada.
haftalikgzt.com/gazete/sacin-siyahsa-ve-dilin-akici-degilse-gozler-hemen-devriliyor-ama/