30 Saniyede Bush
SADECE 30 SANİYE
Zülal Kalkandelen’in Remzi Kitabevi’nden çıkan kitabı “30 Saniyede Bush, Amerika’da Medya ve Siyaset”, özellikle ABD başkanlık seçim ayında okunması faydalı bir kitap.
Çiler İlhan
Amerikalılar, 11 Eylül’de sırça fanuslarından çıktı. Disneywood’dan ibaret sandıkları dünyada başka halkların, sebepsiz zulümlerin olduğunu çok ama çok şaşırarak öğrendiler. “Neden biz?” Beyaz Saray güdümlü koca bir medya ordusu tarafından beyinleri, McDonalds tarafından mideleri tıka basa doldurulan bu halkın olaylar arasında bağlantı kurabilmesi haliyle zor. Biz de pek kuramadık aslında. 11 Eylül, El Kaide, Afganistan, Irak, bulunmayan kitle imha silahları.. Bu iş böyle çözülmeyecek. Kolayından gidelim, “30 Saniye’de Bush”dan alıntı yapalım: “Amerika, dünyaya demokrasi getirmeye karar vermiştir ve uluslararası terörle mücadele edecektir. Bunun gereği de savaştır.” Ama yine de, peki, demokrasi üç günde yeşeriven çiçek midir? Yoksa ithal edilen bir ürün müdür? Demokrasi acil talep formu, Bush’a kim tarafından iletilmiştir?
Kitaba ismini veren “30 Saniyede Bush”, Amerika’nın en büyük liberal aktivist grubu MoveOn’un düzenlediği, Bush’un hummalı faaliyetlerinin gerçek doğasını 30 saniyede anlatacak politik reklam filmi yarışmasının ismi. “Tahmin edin, Başkan Bush’un bir trilyon dolarlık büteç açığını kim ödeyecek?” sorunusun cevabı birinci reklamda: Düşük ücretli en zor işleri yapan 7-8 yaşındaki çocuklar. Filmin ismi, tüm zamanların en korkutucu oyuncağı Chucky’ninkiyle aynı: “Child’s Play (Çocuk Oyunu)”; gerçekler de en az Chucky kadar ürkütücü! Kendi plastik köşkünde yaşayan herhangi biri için Amerika’da işsizlik, eşitsizlik olduğu bilgisi (filmlerde gördüğümüz sokak insanları bile filmatik, alkolik veya romantiktir) şaşırtıcı olabilir. Ne de olsa bazı kesimlerinin var olabilmek adına tutunduğu tek dal, “Dünyanın en büyük ülkesi Amerika” imgesi, Amerikan sinema endüstrisinin yenilmez kahramanlarıyla yıllardır pekiştiriliyor. Hollywood’un Olimpos’undan birazcık inip Amerikalı “uçurum insanları”nı görmek için biraz dikkatli bakmalı.
ABD’de seçim ayı; Cumhuriyetçi Bush mu, Demokrat Kerry mi? Siz bu satırları okurken ABD yeni başkanını belki de seçmiş olacak; sonuçlar, 2000 yılında olduğu gibi mahkemelerde sürünüp durmazsa tabii. 13 Aralık’ta Florida’nın 25 oyu (7 Kasım’dan beri süren davalar zinciri sonunda, kimine göre şaibeli bir biçimde) Bush’un oylarına eklenmiş, Bush, Yüksek Mahkeme kararıyla ABD başkanı olmuştu. Kovboyun atına tekrar binip tehlikeli rodeolara girişmemesini dilemek için yeterli sebebimiz var. “Neyin, ne kadar ve nasıl duyurulacağını ya da hiç duyurulup duyurulmayacağını medya patronları belirliyor” diyor Kalkandelen, savını kanıtlamak için malzemesi bol: Tarihin en naklen kuşatmasında, Irak’a 600’e yakın gazeteci iliştirildi. Muhalif sesler çıkaranların işine hemen son verildi- bir Irak televizyon kanalına çıkıp savaş hakkındaki düşüncelerini söyleyen NBC muharibi Peter Arnett gibi-. NBC’nin sahibinin, Amerikan ordusuna askeri malzeme üreten şirketlerin en büyüğü General Electric olduğunu öğrenmek bilmem sizi şaşırtır mıydı? Kitaptan devam edelim: 1980’lerde gazete, dergi, radyo, televizyon, film ve kitap sektöründe 50 kadar şirket söz sahibiyken 1992’de bu sayı 23’e, 2004’te ise 5-6’ya düşmüş. İşte Amerikan “Big Brother”ları; Time Warner, Disney, General Electric, News Corporation, Viacom. Time Warner’ın sahip olduğu iletişim kanallarının ucu bucağı yok; CNN’den Warner Bros Stüdyoları’na, Time, Fortune, Business 2.0 gibi dergilerden bayıla bayıla okuduğumuz Wallpaper, güle oynaya okuduğumuz Mad Magazine’e…
Ulusal çapta incelikle enjekte edilen “Güvende değiliz!” genel paranoyasının, Irak savaşına destek verecek kertede bir uluslararası paranoyaya doğru adım adım nasıl ilerletildiğini anlamak için Michael Moore’un sırasıyla, ‘Bowling for Columbine’ (Benim Cici Silahım) ve Cannes ödüllü ‘Fahrenheit 9/11’ filmlerini izlemek bile yeterli. The National Rifle Association NRA’in (Ulusal Silah Birliği) bilinçli propogandası yüzünden kendini zaten güvende hissedemeyen halk- Amerika’da her 100 kişiye 83 ila 96 arası silah düşüyor- 11 Eylül sonrası beyin yıkama bombardımanına tutulunca- “Amerikalılar bir daha asla güvende hissedemez”, “Listedeki yeni hedef siz olabilirsiniz”- Bush saldırganlığına destek vermekte pek de tereddüt etmedi çünkü büyük tehlike içindeydi!
Berrak, akıcı, günlük konuşma diliyle yazılmış kitaba, yazarın New York’da yaşıyor olması canlılık, inandırıcılık, onu döküman olmaktan bir adım öteye taşıyan bir zenginlik katmış. Bilgiyi gözlem ve tecrübeyle harmanlayan gazetecilik deneyimiyse kitabı bir çırpıda okutuyor. Yer yer tekrarlar var; farklı sayfalarda birbirinin neredeyse aynısı cümlelerle karşılaşıyoruz ama bu yaklaşımın, konuyu iyice anlaşılır kılmak için tercih edildiği söylenebilir belki. Kitabın ortalarına doğru tam da, biraz veri iyi olurdu diye düşünmeye başladığım noktada önüme listelerin serilmesi doyurucu bir deneyim oldu. Okunuşu rahat, az sayfada çok şey söyleyen bu kitap, hele bu ay okunmalı. “Yatak odam benim meselemdir!” diye bağıran Amerikan eşcinsellerine özenip arka/orta/alt/üst bahçelerdeki insanlar da uyanıp “Çek pençelerini üstümden!” diyecek mi bir gün? Ne de olsa Amerika’nın performansı bugüne kadar daha sessiz sedasız sürüyordu, Irak, buzdağının sadece tepesi. Son söz kitaptan: Amerika’da yaşayan Müslümanlar ve cami sayısı, bölgelerin demografik yapısını belirleme amacıyla saptanacakmış. Ne görkemli laflar, ne ince yaklaşımlar! Kısacası; herkeslere fiş, muhaliflere şiş.
Meraklılarına öneriler: NRA’in sitesi nranews.com; bushin30seconds.org; Moore kitapları “Stupid White Men”, “Dude,Where’s My Country” ( Aptal Beyaz Adamlar/Ahbap, Memleketim Nerede?) ve edebiyat şaheseri olmasa da medyanın 1940’larda bile halkı nasıl yönlendirdiğini kurmacayla bir yandan anlatan Ayn Rand’ın kitabı “The Fountainhead” (Hayatın Kaynağı).
(TimeOut İstanbul, Kasım 2004)