Kavuşmak

Masumiyet Çağında Aşk…

Gül İrepoğlu’nun yeni romanı Kavuşmak; Mesut Cemil Bey ile ölene kadar ona olan aşkından vazgeçmeyen Dürdane Hanım’ı eksenine alan, gerçek kişilerden yola çıksa da kurgusal bir roman. Genç bir kadın yazar bir huzurevinde kalmakta olan Dürdane Hanım’ın ziyaretine gider. Dürdane Hanım, yazardan hayat hikâyesini yazmasını ister. Ve…

Çiler İlhan

“Şu gördüğüm boşluktan size gidilir.”

Okuduğum en güzel 10 cümleden biri olabilir. Zaten hatıralarını yazara emanet etmiş ya bu İstanbul hanımefendisi (ne büyük bir yük!); artık yazar böyle insanın içine işleyecek cümleler kurmakta özgürdür. Bunu da belirtir (sürekli, kahramanıma haksızlık yapıyor olmayayım sanrıları içinde kıvransa da): “Yazarın isteği her an Dürdane’nin yerine geçmek değil. Dengeyi kurmalı…. Yaşanan onun; ama roman, yazanın.”

Dürdane Hanım “aşka inanmam diyen zamane gençlerini görünce” düşmüş bu yola.

Kahramanlarımız 1940’ların sonunda biri üniversite öğrencisi, biri hoca, iki kişi. Biri erkek biri dişi. Biraz gerçek biraz kurmaca. Bildiniz mi? Evet. Çokça aşk var. Hatta sadece aşk var!

Bu kitap başka bir zamana ait. Müzikal bir kara delikten içeri, hop! Sakin. Zarif. Beylerin boyunlarına fular, hanımların yakalarına elmas broşlar taktığı. Beyoğlu pastanelerinde buluşulup supanglezlerin yudumlandığı. Siyah-beyaz bir film izler gibi ama orijinal müzikleriyle beraber! Pek iyi gidiyorlar okurken. Kavuşmak, müzikli Paris gibi de. Nasıl Abidin ile Güzin Dino’nun mektuplarından S. de Beauvoir, Aragon, Yaşar Kemal, Avni Arbaş, Azra Erhat taşar, Kavuşmak da benzer bir lezzet bırakıyor insanda. Masmavi gözlü Aliye Berger bir handan çıkıveriyor, incecik belli Safiye Ayla radyoevinin önünde arabadan iniveriyor, Muhsin Ertuğrul bir filmi için esas oğlanımızdan Nazım Hikmet’in iki şiirini bestelemesini rica ediveriyor.

Mesut Cemil bir efsane. Saz sanatçısı, tanburdan viyolonsele pek çok enstrümana hakim bir müzisyen, bestekar, hoca, radyocu. Çapkınlığını da bir yan kimlik gibi iliştirelim. Çini mavisi gözlü Dürdane Altan, Seramik bölümünde okurken aklını müziğe, gönlünü de Türk musikisi bölümünde ders veren Mesut Bey’e kaptırıyor. Ama zaten bu, çocukluk aşkı gibi bir şey. O kadarını söylemeyelim. İleride zaten Dürdane Hanım da konservatuarda halk müziği hocası olacak. Sanmayınız karşılıksız bir aşk bu! Mesut Bey, “uygunsuz” bir sevdaya düştüğümüzde belki de kaçımızın dediğini bir güzel deyiveriyor: “Dürdanem! İnci tanem! Seninle ne yapacağım ben?” Ama Dürdane’ye torpil geçmeli: Kendi kaderinin de ana kahramanı o. Bambaşka yazılabilecek bir hayatı tersinden yazmış gibi. Kurban değil, yaptığı seçimin ardında duran bir Amazon. Hem de o devirde. Tutkulu olduğu kadar akıllı da: nihayetinde bu romanı hakkını vererek yazacak birkaç yazardan birini, Gül İrepoğlu’nu bulmuş. Mesela kabartma çiçekli incecik porselen tabaklarla kristal kadeh takımının karakterlerden rol çaldığı o sofra… Yazarın (Dürdane Hanım’la görüşen, kitabı meydana çıkaran insan-yazardan bahsediyorum, anlatıcı-yazardan değil… Ey kurmaca! Sen nelere kadirsin!) ellerinden çıkacak bir sofra gibi, tastamam.

Yazarımız İrepoğlu da kahramanları gibi “çok kişi”; mimar, sanat tarihçisi ve romancı.

Avrupa ve Osmanlı sanatı, Lale Devri, 18. yüzyıl kültürü, Doğu ile Batı’nın sanatsal ilişkileri gibi alanlarda verdiği eserlerini burada analım: Gölgemi Bıraktım Lale Bahçelerinde, Cariye, Fiyonklu İstanbul Dürbünü, İstanbul Yıldızı ve Aşk-ı Derya: Ayvazovski’nin Gizli İstanbul Güncesi.

Dürdane Hanım’ı dinlerken, yazar-anlatıcının hakkını veremediği aşkı da giriyor işin içine anlatı boyunca. “Olasılıkların sonu yok”, doğru. Mor elbisesini giyinmiş o genç aşkın sonunu dilediğimiz gibi uydurabiliriz ama bizim Dürdane ile Mesut’unki bence aynen burada anlatıldığı şekilde vuku bulmuştur. Amma velakin benim pek bir âşık olasım geldi, bana müsaade, Efendim.

Kavuşmak, Gül İrepoğlu, Hep Kitap
(Kitapsever Dergi, 28 Mart 2019)