Övgü
Evet ama, insanlık bunu başarabilir mi bakalım?
Övgü, 10’nun üstünde roman ve anı kitabı olan Kanada doğumlu yazar Rachel Cusk’un Çerçeve ile başlayan üçlemesinin sonuncusu. Sadece uzun monologlardan sıkı bir roman oluşturulabilir mi diye soracak olursanız, cevap evet.
Çiler İlhan
Rachel Cusk 2003’te Granta’nın “En İyi 20 Genç Britanyalı Yazar” listesinde yer almış. İlk romanı Saving Agnes ile Whitbread İlk Roman Ödülü’nü, The Country Life ile Somerset Maugham Ödülü’nü kazanmış. Ödüller her zaman okuyacağınız kitabı seveceğiniz anlamına gelmez ama çoğu zaman en azından kalburüstü bir edebi dünyaya yolculuk edeceğinizi müjdeler. Övgü de bir yolculuk. Kahramanımızla uçakta tanışıp Avrupa’nın güneyindeki bir ülkede katılacağı edebiyat festivalinde ona eşlik ediyor, gazetecisinden çevirmenine enteresan insanlarla muhatap oluyor ve kumsalda onu tuhaf ve çarpıcı bir sonla bırakıyoruz. Kitaptaki diyaloglar, daha doğrusu yerel kadın karakterlerin feryatları bu ülkenin, Yugoslavya dağıldıktan sonra oluşmuş minicik ülkelerden biri olduğunu düşündürttü bana; sebep, kitabım Sürgün’ün peşinden katıldığım onca festivalde bu topraklardaki ataerkil düzenin Türkiye’dekine ne kadar benzediğini fark etmiş olmam.
Övgü, 2014’te ilki yayınlanan üçlemenin son kitabı; diğerleri Çerçeve ve Geçiş. Kadın yazar/kahraman Faye, kitapta çok az konuşuyor. Daha ziyade dinliyor. Hatta neredeyse sadece dinliyor. Bazen konuşan (konuşturduğu) karakterler öyle narsisist şeyler diyorlar ki Faye’I sarsıp “Bu kadarı da fazla, şunun ağzının payını ver artık,” demek geliyor içinizden. Kendini yok edip sadece karakterleri uzun monologlar halinde konuşturmak, hükmü okura bırakmak ve bundan akıcı bir roman çıkarmak usta işi elbette. Cusk romanı bölümlere bile ayırmamış ki aslında ayırmış ama isim vermemiş, bilinçli bir seçim bu da; hepsi sanki birer sinema sahnesi gibi.
Alexandra Schwartz’ın The New Yorker’da yayımlanan ropörtajında Cusk, bu biçimi; deneyimi, klasik Viktoryen roman yazma tekniğinin dikte ettiği şekliyle karakteri ön plana çıkararak yazmaktan daha farklı bir şekilde yansıtmak istediği için seçtiğini söylüyor. Karakterin o bildik haliyle artık var olmadığını da ekliyor. Belki karakter endam edip romanı “giriş, gelişme, sonuç” sırasıyla sürüklemiyor olabilir ama konuşanlar oldukça kanlı canlı. Hepsi de günümüzde sanatın ve edebiyatın işlevi, evlilik ve aile, çocuk yetiştirme, özgürlük, adalet (Türkiyeli okura tanıdık gelecek: “…O, yasayı silah olarak kullanabileceği bir şey olarak anlıyor, bense yasayı ancak adaletle ilgili bir şey olarak düşünüyorum ve çok geç kalmış oluyorum…”) gibi temalar, belki de en çok kadınların (şu 21. yüzyılda bile) ikincil konumları hakkında bazen en sıkı felsefecilere taş çıkartacak kadar derin, bazen bilgiç, bazen kendini beğenmiş, sıklıkla da acayip şekilde ahkam kesiyorlar. Cusk, üçlemedeki en önemli temanın “zalimlik” olduğunu, başından beri bunu bildiğini ama temaya yakışan darbeyi ancak üçüncü romanın sonunda vurabildiğini belirtiyor. Vuruyor da; oldukça yaratıcı bir zulmetme biçimi keşfederek. “Annesi, kendileri de zulüm gördükleri için insanların birbirlerine zulmetmek istemeleri insan doğasının gereğidir, demişti: Davranış biçimlerinin tekrarı, tam olarak aynı davranış biçimlerinin yol açtığı acıları dindirmek için çoğu insanın başvurduğu, tuhaf bir her derde deva ilaçtır, demişti. Hermann bu çelişkiyi matematikle açıklamak için bir yol bulmaya çalışmış ama durum kendi içinde mantıksız olduğundan bunu henüz başaramamıştı…” Genç rehberimiz olayı çözmüş ama bizim demek daha bir ton yolumuz var.
Övgü, Rachel Cusk, Yapı Kredi Yayınları
(Kitapsever Dergi, 23 Mayıs 2019)