Birgün
Fantastiğin Kapısında Düşe Dönük, Olmadık Bir Olasılık:
RÜYA TACİRLERİ ODASI
“Kitabın arka kapağını kapatmaya hazırlanan okur, okuduğu öykülerin yarattığı atmosfer konusunda son anda sert bir “acaba”ya çarpar ve taptaze ve bir “tereddüte” düşer: İnanmış mıdır yoksa inanmamış mıdır?”
Çiğdem Yıldırım
“Halbuki eline bir kağıt kalem alıp yazıveren rüyalarını…”
Çiler İlhan’ın, Rüya Tacirleri Odası adlı öykü kitabı Nisan 2006’da Artemis Yayınları’ndan çıktı. Kitabın girişinde, fantastik kurgu yazarı olarak tanınan Barış Müstecaplıoğlu’nun yazmış olduğu “Özgünlüğün Adı” adlı bir önsöz bulunuyor. Önsöze göre, Rüya Tacirleri Odası bir fantastik edebiyat metni; fantastik edebiyat ise “en geniş anlamıyla gerçek dünyada olamayacak olaylar içeren edebi eserler”dir. Türkçe edebiyatta -birkaç yıl öncesine kadar- “fantastik”in kaydadeğer bir yere sahip olmaması, bu kitap için bu geniş tanımın kullanılmasını haklı çıkarabilir. Ancak, Rüya Tacirleri Odası’nı böyle geniş bir tanımın içine sokmaktansa, onun temel özelliklerine yoğunlaşıp fantastik türünün yerlileştirilmesindeki yerini tartışmak daha uygundur.
Bu tartışmadan önce, Türkçede tam karşılığı olmayan fantastiğin ne olduğu sorusuna cevap bulmak gerekir. Bulgar asıllı Tzevetan Todorov’un Fantastik: Edebi Bir Türe Yapısal Bir Yaklaşım adlı yapıtında belirttiğine göre, bir edebiyat metnini fantastik yapan temel özellik “Neredeyse inanacaktım” sözünün sunduğu atmosferdir (31). Bu cümleyi kuran okur ise, metinde karşılaştığı olağandışı olayları alışkın olduğu doğa yasalarıyla mı yoksa bu olağandışılığı kabul eden bir tavırla mı çözümleyeceğine karar veremez, tereddüte düşer. İşte bu “tereddüt” de, fantastik bir metnin okura kurdurması beklenen “neredeyse inanacaktım” cümlesinin kaynadğıdır (32). Okurdan beklenen bu tereddüt metindeki bir karakter tarafından da yaşanabilir, böylece okurun bahsedilen tereddütün içine girmesi kolaylaşır. Ancak tereddüt yaşayan karakter bu tavrını metnin sonunda da korumalıdır (33).
Türkçede fantastik edebiyat
Batı edebiyatında fantastik adı altında gelişen edebi türün, Türkçe edebiyatta ancak bugün bir yer edinmeye başlamasının sebepleri ise Tanzimat döneminde gelişen edebiyat anlayışında aranmalıdır. O dönemde, Türkçe yazan yazarlar geleneksel edebiyatın mecazi anlatımını bir kenara bırakıp batı edebiyatından ödünç aldıkları ver yerlileştirmeye çalıştıkları gerçekçi romana yoğunlaşmışlardır. Dolayısıyla, o dönemin olağanüstüden olağana yönelme ihtiyacı ile Türkçe edebiyattta gerçekçi anlatı yaygınlaşmaya başlamıştır. Son yıllarda, Türkçeye yapılan çevirilerde fantastik metinlerin de sıkça tercih edilmesi ya da Türk sinemasının da etkilendiği Hollywood kaynaklı kurgularda olağanüstünün yoğun bir şekilde işleniyor olması gibi sebepler, bu kurgu pratiğinin Türk sinemasının yanı sıra Türkçe edebiyatın öykü ve roman türlerinde de alternatif bir teknik olarak var olmasına olanak sağlamıştır.
İşte bu olağanüstünün yeniden Türkçe edebiyata girdiğini gösteren yazılı metinleri fantastik olarak tanımlamaktansa, bu metinlerin ortak özellikleri ele alınıp yerli bir fantastik tanımı yapılabilir. Rüya Tacirleri Odası da bu tanımın yapılmasına katkıda bulunacak yeni bir yapıt. Resmin bazen sözün yerine geçtiği, gerçek isimler ve resimlerle “uyduruk” kurguların yaratıldığı, birbirinden değişik ama gerçek konuşma uslupları ve yazı biçimleri ile “atmasyon” olaylara “absürt” tanımlamalar yapılarak atmosfer oluşturulması ve bazı öykülerde kitabın kendi gerçekliği konusunda “şüphe” yaratılması onun, yerli fantastik tanımına boyut katacak özellikleri olabilir. Kitabın adında da geçen “rüya” olgusu da – gerçek olması ama ama mantıkdışı ve gerçeküstü öğeler içermesi, buna rağmen inandırıcı olması ile- bu kitaptaki öykülerin içine katılacağı yerli fantastik türünün özellikleri belirlenirken gözardı edilmemelidir.
Kitaptaki bazı öykülerin anlatımında önemli bir yer tutan resimlerden başlamak gerekirse, kitabın oda kapısı şeklinde tasarlanmış kapağı bu konuya iyi bir giriş olabilir. Rüya Tacirleri Odası’na açılan bu kapı, kitap daha kitapçı raflarında dururken bile kendisine takılan bir çift göz için sıradışı bir atmosfer yaratmaktadır. Kapının üzerindeki ilk bakışta anlamlandırılamayan resimler ise, kitabın ele alınmasını, kapısının açılmasını ve sayfaların karıştırılmasını sağlamaktadır. Bu karıştırma sırasında, tabii, iç sayfalardaki resimler de göze çarpar. İçinde bulundukları öykülerin kurguları ile anlamlandırılacak olan bu resimler kitap okunmadan önce de onun olağandışılığını dışavurmaktadır. Örneğin, “Paltom” adlı öyküde Rus yazarlarından Dostoyevski ve Gogol’ün resimleri bulunmakta; ancak Dostoyevski’nin resminin altında “Bay Dostoyevski”, Gogol’ün resminin altında ise “Gogol-ben” yazmaktadır (49). Bu durum okurun kafasında bir soru işareti, gözlerinde ise bir “kuşku” yaratabilir. Kitabın sayfa numarası belirtilmemiş 105. sayfasındaki boynu kendi etrafında birkaç kez dönmüş, belinden aşağısı yüzüyle ters yönlere giden, elleri kolları “cin” çarpmış gibi duran kadın resmi, bu resmin yer aldığı “Yeni Bir Irk Yaratıldı” adlı öykünün anlattıklarından soyutlandığında, olağana alışkın olan okurda bir korku ya da acıma duygusunu uyandırabilir.
Olağanla olağandışı arası
Kitapta geçen isimler arasında tarihi gerçekliği olan şahıs, yer ya da nesne isimleri olduğu gibi, tamamen uydurma isimler de vardır. İç içe geçen, yan yana duran bu isimler karşısında okurun kafası karışır. Kitabın ikinci öyküsü “Hırsızlar”ın sonundaki “Sözlük” ise, ilk iki öykünün yarattığı atmosferi bozup okurun kafa karışıklığını bazı açılardan giderir. “En yakın dostu Jüpiter” tamlamasının sözlükteki karşılığı buna iyi bir örnektir: “Jüpiter de bir gezegenimiz ama yoğun araştırmalarıma rağmen, Dünya’nın en yakın dostu olduğuna dair tek bir bilimsel kayıt bulamadım. Arayanda kabahat, gezegen bu, nasıl dostluk kuracakmış yekdiğeriyle?” (36) Böylece, daha ilk öyküde okurun içine girdiği olağandışı atmosfer bu sözcükle saptırılır, kitabın havasına kapılan okur sendeler, olağan ile olağandışı arasında bir yerde kalır.
“Hırsızlar”dan sonra, biribirini belli açılardan tamamlayan on altı öykü boyunca olanlara inanıp inanmamak, kendini kitaba kaptırıp kaptırmamak arasında gidip gelen, bu konuda her an tetikte duran okur, kitabın sonuna geldiğinde kendisini bekleyen “Notlar” ve “Alıntılar” ile karşılaşır. Bunları okurken daha en başta deneyimlediği olağandışılığın etkisine döner; çünkü bu bilgiler, uydurma mı yoksa gerçek mi olduğu konusunda süpheye düşülen isimleri doğrular niteliktedir. Dolayısıyla, kitabın arka kapağını kapatmaya hazırlanan okur, okuduğu öykülerin yarattığı atmosfer konusunda son anda sert bir “acaba”ya çarpar ve taptaze bir “tereddüte”e düşer: İnanmış mıdır yoksa inandırmış mıdır?
Öykülerin olay örgüleri ise, kitabı ikiye bölmektedir. Bu durumda ilk on öykü kitabın/odanın zeminini oluşturmakta, oluşan zeminin üzerine daha sonra sekiz öykü yerleşmektedir. İlk on öykü, daha sonraki sekiz öyküde gönderme yapılan, ilgi uyandıran, karmaşa yaratan kitaba aittir. Bahsedilen bu kitap ise, tariflere bakılırsa Çiler İlhan’ın Rüya Tacirleri Odası adlı kitabı. Bu durum, kitabın kendi kurgusunda kendi gerçekliğini sorgulaması olarak yorumlanabilir. Dikkatli bir okur ise, bu durum karşısında hem elindeki kitaba şaşkın şaşkın bakar hem de kapısını kapatıp dışına çıktığı odanın dönüp penceresini, bacasını zorlar; biten kitap, yeniden başlamak için yer arar.
Sonuç alarak, Rüya Tacirleri Odası okundukça gerçeküstü ögelere boğulan bir kitap ve okurda yarattığı tereddüt duygusu ile iyi bir fantastik anlatı örneği teşkil edebilir. Ancak içerdiği diğer özellikler ile ödünçlenilen bir fantastik tanımının dışına çıkma ya da onu yerlileştirme potansiyeline de sahiptir. Dolayısıyla, bu türün Türkçe edebiyatta tanımlanmasında, kendisine benzer ya da “fantastik” diye tanımlanan diğer Türkçe yapıtlarla birlikte önemli bir rol üstlenmektedir. Bu tanım ise, tümdengelimci bir yaklaşımla değil bu yapıtların teker teker incelenmesi ve değerlendirilmesiyle sağlanabilecek tümevarımcı bir yaklaşımla oluşturulmalıdır.
Todorov, Tzetevan.
Fantastic: A Structural Approach To A Literary Genre.
Çev. Richard Howard.
New York: Cornel University Press, 1975.
(Birgün Kitap, 27 Haziran 2006)