Hülya Soyşekerci

RÜYA TACİRLERİ ODASI

(“Rüya Tacirleri Odası”, Çiler İlhan, Artemis Yayınları, İstanbul, Mart 2006, 160sayfa.)

Çiler İlhan, ilk kitabı Rüya Tacirleri Odası’nda, yaratıcılığın sonsuza açılan kapılarından geçip başka dünyalardan selam gönderiyor okurlara. Klasik uslamlama biçimleri  dışına çıkarak oluşturduğu deneysel duyuş, düşünüş ve bakış tarzının büyüleyiciliğiyle, çarpıcı fantastik kurgularıyla okuru şaşırtıyor; farklı tatlar ve heyecanlara doğru alıp götürüyor.

Çiler İlhan, Türkiye’de fantastik kurgu ile ilgili bir soruşturmada, bu konu hakkındaki görüşlerini, “Dibe inen, arşa çıkan, dolanıp bükülen, her sözünde kurulu düzene kafa tutan fantastik kurgu aşağılanan bir alt tür olmaktan çıkıp ‘iyi edebiyatın’ yanında yerini alıyor yavaş yavaş.” sözleriyle dile getiriyor. Gerçekten de son yıllarda özellikle genç yazarların yapıtlarıyla gelişen, belirli birikime ulaşan, nitelikli bir fantastik kurgu kültürü oluştu ülkemizde. Bizde roman türünün gerçekliğe dayalı biçimde ortaya çıkması, fantastik kurgunun gelişmesini geciktirmiş olmakla birlikte, ülkemizde Doğu kültürlerine özgü fantezi geleneğinin güçlülüğü de yadsınamaz bir gerçek… Binbir Gece Masalları, efsaneler, menkıbeler ve destanlardan süzülüp gelen, Halk ve Divan edebiyatları içinde süren fantastik kurgular, yaşadığımız coğrafyanın sisli, gizemli, büyülü yazınsal atmosferini oluşturuyor. Bu atmosfer, yazılan fantastik öykü ve romanlara da zorlanmadan taşınabiliyor.

Çiler İlhan’ın bir öyküsü, daha önce, 1002. Gece Masalları adlı fantastik ortak kitapta yer almıştı. (Metis Yayınları 2005).  Rüya Tacirleri Odası’nda ise yazar, kendi düş gücünü, deneysel düşünme dünyasını, bunların yanı sıra geliştirdiği dil yaratıcılığını ve zenginliğini sürekli canlı tutuyor; kendi özgün dünyasını özgürce sergileyebiliyor. Okur, Rüya Tacirleri Odası’nda yaratıcılığın sınırsızlığına dokunmanın gizemli tadını duyumsuyor; dildeki değişim ve dönüştürümlerin, özgün kurgusal katmanların doğal sonucu ya da yansıması olduğunun ayrımına varıyor.  Kurgusal yapıda,  dilde ve biçemdeki yenilik ve deneyselliğin, öykü izlekleriyle buluşması sonucunda, tam anlamıyla bir ‘sanat yapıtı’ içinde yaşadığınızı, soluk aldığınızı duyumsuyorsunuz.

Rüya Tacirleri Odası‘nda absürdün kara mizahla buluşması ve ironik söylemlerle, yer yer incelip aşınan kurmaca evreninden, onu kuşatan gerçekler dünyasına geçiş yapılabiliyor. Fantastik metnin içinden dış gerçekliğe göndermeler yapılması, bu tarz öykünün olanaklarını çoğaltıyor ve anlamlarını derinleştiriyor. Bu kitaptaki öyküler, verili olanı sorgulayan eleştirel bakışı sayesinde okurun yorum gücünü geliştiriyor. Masalların, gerçeklerden kaçışa yol açtığı söylenen rahatlığı, kolaycılığı yer almıyor Çiler İlhan’ın fantastik öykülerinde. Her öykü başlı başına bir okuma yaratıcılığı gerektirmekte. Okur da yazarın bıraktığı alanlarda kendi düş dünyasının yaratımlarını harekete geçirmek ve aynı zamanda her öykünün dokunduğu dış gerçek nesnelerinin ya da olgularının izlerini sürmek durumunda…

Kitapta on beşi aşkın öykü yer alıyor. Kitabın ortalarında, Yamamoto Tsunetomo’nun  samuray kitabından alınan “Dünyayı bir düş olarak görmek iyi bir bakış açısıdır.” sözü var. Kitabın öykülerini kendi çevresinde toplayan sorunsal, bence bu tümcenin anlamsal dokusunda gizli…  İlk sayfada Mallermé’nin bir sözü yer alıyor:  ” Bir kitap ne başlar ne de biter; olsa olsa öyle gözükür.” Sanki, evrende her şeyin akış halinde olduğunu; başlama ve bitişin bir yanılsama olduğunu sezdirir gibi okurlara… Sonuçta, “sonsuz bir düş’ün sonsuz uzam-zamanda akışı” değil mi evrenin içindeki sır?

İlk öykü Gece Kıyafeti, nesne-insan ilişkileri üzerine yazılmış, düşsel boyutlarda bir öykü… Terzi dükkânının vitrinindeki damat-biblonun dünyası, gözlemleri, onun bakışından tanıdığımız müşteriler… Sürekli, hayranlıkla söz ettiği gelin-biblo; yani âşık olduğu bir kız da var. Dükkânı, Usta’yı, Çırak Hüdaverdi’yi bibloların gözlemleri sonucunda tanıyoruz. Olanları, yalnızca, o hiç sevilmeyen Usta fark etmiştir… Usta’nın bölünmüş, parçalanmış kişiliğinin kırılmalı yansımalarıdır sanki, canlanan, kişilik kazanan biblolar… Bu arada, dükkâna gelen müşteri tipleri dikkati çekiyor. Bu kişilerin dünyalarını biblo aracılığıyla tanıyor; efsanelere, yakın tarihe yolculuklar yapıyoruz. Müşterilerden, mazoşist özellikler taşıyan kadın ve şapkalı bir kadın, birtakım acıların içinden geçerek geliyorlar dükkâna. Saç çalan bir kadın da var; bir türlü kendisi olamayan… Damat-biblonun söylemlerindeki alaysamalar ilgi çekiyor. Öykünün bitişindeki gizem ise olağanüstü. Biblolar, başka bazı örgütlenmelere, olaylara da açılıyorlar… Diyalogların, bakış açılarının değişkenliğinin, zaman geçişlerinin başarısı dikkati çekiyor. Yaratıcılığın sesi derinden duyulmakta… Bu öyküde, nesnenin insana bakışı önem taşıyor. Kendi dışına çıkıp nesneleşerek kendine baktığında insan, dramatik bir çelişkinin içine düşer. Çünkü baktığı kendisi, öteki ben’idir aslında. Kendine doğru karanlık bir bakıştır nesne içinden bakmak. Öyküde, Usta, bir bakıma kendi karanlık ve kötücül ben’ine bakar, canlanan biblonun gözünden…

KK. Sülük öyküsünde de fantezinin gerçek yaşama ironik tatlar vererek sızmasını ilgiyle okuyoruz. Bu öykünün mizahi, olağanüstü ve gizemli oluşu; öykü kişisi kedinin insan kişiliği taşıması, insan(mış) gibiyken, aynı zamanda kedi olması dikkati çekiyor. Yazarın metaforik bakışı, okuru da kendine özgü yorumlara yöneltiyor. Kedinin, bir kod adıyla, devlet içinde gizli bir teşkilata bağlı olması; verilen emirler doğrultusunda çalışması, kurmacanın gerçeklere temas ettiği noktaları oluşturmakta. Öyküdeki  KK Sülük adlı  kedi, kent yaşamına tutunmaya çalışan yoksul, varoş insanları Hasan ve Ahmet’in -her ikisinin- de rüyalarına giriyor ve onlara kendisini anlatıyor. Rüyalarına girdiği bu insanların, bir şekilde, kirliliğe bulaşmış oldukları dikkati çekiyor. KK Sülük, sevimli olduğu kadar, nankörlük ve affetmezlik üzerine kurulu, şaşırtıcı bir öykü… Teşkilatın, her emri uygulayıp da rutin dışı bir davranışını affetmediği çalışkan kedisini nasıl harcayabildiğini ürpertiyle okuyoruz. Casus ve serüven öyküsü tatlarıyla masal tadı birbiri içinde yer alıyor KK Sülük‘te… Çiler İlhan’ın öykü dünyasında fantastik ya da gerçeküstü motifler,  kurmacanın asal unsuru halini alıyorlar. Öyle bir dünyaya adım atıyoruz ki, burada canlı-cansız, insan-hayvan ya da türler arasındaki sınıflandırmalar gibi kategorik ayrımların sınırları ortadan kalkıyor. Sınırların kalkması ve klasik düşünsel kalıpların aşılması ise yazara ve okura yaratıcılığa geçen gizemli eşikten atlama olanağını sağlıyor. Yaşanan güncel olaylara, dış gerçekliğe göndermeler yapıldığını fark eden okurun bakışı, ilgi ve merakla derinleşiyor öykünün anlam katmanları arasında. Kedi-sülük’ün mezarının nerede olduğunun bilinmemesi ise öyküye efsane havası kazandırıyor.

Hırsızlar öyküsü şöyle başlıyor: “Dünyayı çaldılar. Ben gördüm. Onlar yaptı; Kafadanbacaklar. Hırsızlıktan vazgeçmezler hiç.”. ‘Astral seyahat’  gizemiyle uzayda ruhunu dolaştıran Uzakdoğulu rahip adayının anlatımıyla, dünyanın Kafadanbacaklılar tarafından güneşe doğru sürüklenmesi; fakat bu sırrın kimse tarafından bilinmemesi dile getiriliyor. Çevre felaketlerini bu duruma bağlayan rahip adayının çaresizliği okuru etkiliyor. Öyküdeki bir cümle dikkate değer: “Evrensel yasalar kaotiktir, basit sebep-sonuç ilişkilerine dayanmaz.” Bilimkurgu evrenine açılan bu öykünün sonuna eklenen, mizah öğeleri taşıyan bir sözlük dikkati çekiyor. ‘Sözlükçü’ konuya vakıf olamadığı ve birçok maddeye düşünsel anlamda karşı çıktığı için ‘eleştirel bir sözlük’ hazırlıyor. Bu sözlüğün kurgu metnine doğallıkla sindirilmesi, öykünün yapısal başarısını oluşturuyor.

Her öykünün son cümlesindeki bir veya birkaç anahtar sözcükle bir sonraki öykünün kapısını aralayabiliyoruz… Burada anahtar sözcüğümüz Gogol; sonraki öykünün başlığı ise Paltom“Onlar… Gogol’un paltosundan çıkmış olabilirler. Ben yumurtadan çıktım… Ama… sadece bir tane olmakla birlikte… mükemmel bir eser yazabildim yine de… Zehirli Aşk.” Bu girişle başlıyor Paltom öyküsü. İlerleyen sayfalarda, yazdıklarını ince ince alaysayan, metnini yabancılaştıran, sık sık araya girip yorum yapan, okurla konuşan, nükteli bir yazar-anlatıcıyla karşılaşmak oldukça etkileyici. “Zehirli Aşk”, Yeşilçam filmlerini çağrıştıran kurgusuyla kara mizah boyutları taşıyor. Anlatıcı, kendisini de ti’ye alıyor bu öykü-içi öyküde.

 4 Aralık 2007 adlı öyküde, ruh sağlığı iyice bozulmuş olan anlatıcı, “Gogol’un paltosundan pek tabii çıkmış olamam çünkü O’nun reankarnasyonuyum.” diyor.Gogol’le özdeşleşen anlatıcı, kendi varlığını Gogol’ün reenkarnasyonu olarak gösterirken, bir taraftan da gerçekliğe gönderme yaparak yazın çevresine küçük bir taş atıyor: “Tesadüfen diyorum çünkü bunca kitap yazmış olmama rağmen pek okumam; başkalarının fikirleri beynimi gereksiz yere bulandırıyor.” Reenkarnasyona kanıt aramaya çabalayan anlatıcı, kendince pek çok veriden yararlanıyor. Önceki öyküdeki ‘sözde sözlük’ bölümü burada ‘sözde kaynakça’ya dönüşüyor. Öyküde kaynakça kullanmak, deneysel bir anlatım biçimi. Kaynakçada “Kemal Görkem, Paltom, Rüya Tacirleri Odası içinde, (İstanbul: Artemis Yayınları, Mart 2006), s. 50″ ifadesiyle, okuduğumuz kitaba gönderme yapılıyor. Yer yer absürd tarza da yönelen Çiler İlhan,  saçmanın içindeki anlama, ya da anlamlı, ciddi görünen şeylerdeki anlamsızlığa sezgi ve dikkatlerimizi toplamaya çalışıyor. Öykü öyle bir noktaya geliyor ki, anlatıcının, “Bir Delinin Güncesi” ni kendi yaşamına yazmaya başladığını fark edebiliyoruz. Resim kolajları ise öykünün kurgu ve anlam katmanlarına görsel derinlik kazandırıyor.

Bu kitapta, Ferit Edgü’nün Yazmak Eylemi’ nde, işaret ettiği anlatım yollarından pek çoğunun özgün uygulamaları var denebilir. Daha sonraki öyküyü, mahkeme tutanakları biçiminde oluşturuyor Çiler İlhan. Mahkeme öyküsünün kahramanının diğer insanlardan farklı oluşu, çok kişiyi tedirgin ediyor. Aykırı ve sıra dışı olmak, sanki bir suç (ya da potansiyel suç) olarak algılanıyor. Mahkeme tutanaklarındaki saçmalıklar,  Kafka’nın Dava’sını da anımsatıyor okura. Sık sık tekrarlanan burun imgesi Gogol’ün ünlü Burun öyküsünü çağrıştırıyor. Burnu, öykü kişisinden daha öncelikli bu öyküde. O, bütün uğursuzlukların yüklendiği olumsuz bir yoğunlaşma noktası gibi görülüyor çevresindekilerce. Ayrıca şairliği de başına bela. Sıradan insanlara göre, şairlik büyük bir suç; aylaklık da öyle… Suçun cezası da çok düşündürücü. Yasaların mantıksızlığı, tutarsızlığı, biçimselliği alaysamalı bir bakışla eleştirilmekte…Yazarın, mahkeme tutanağındaki yazım yanlışlarını üstlenmediğine dair açıklaması etkileyici; öykü kahramanın adının Eşref (şerefli, onurlu), soyadının Nebat (bitki, ot) olması da…

Sonraki öykülerde olağanüstü durumların akışı sürüyor. Uygar ama sevgisiz bir toplum… İçine sevgi doldurulmuş kavanozlar… Ölmek üzere olan bir insanın kalbinden, soyut bir boru yardımıyla kavanoza aktarılıp saklanan sevgi… İhtiyacı olan, tiner koklar gibi çekiyor sevgiyi içine… Bu sıra dışı, fantastik kurgular, yine özgün, deneysel bir biçemle dile getiriliyor.  Deneysel dil unsurlarının, Rüya Tacirleri Odası‘ndaki öykülerin yazınsal-estetik değerini artırdığı da bir gerçek: Kayatoprak, uçurumaşırı, çocuk yaşamaz köy, günahbaz, rekatlatmak, evimsi, kablolanmışışık, borulanmışsu, örtbise vb. birçok örnekte görüldüğü gibi, yazarın yeni sözcükler türetmesi, yeni bileşik sözcükler oluşturması  ilgi uyandırıyor.

Çocukların olmadığı, yaşamadığı, yaşatılmadığı düşsel köyde bayramın da sevincin de yok olması… Düşlerin hiç bulunmaması…  İyi Uykular Tatlı Rüyalar öyküsünde Çiler İlhan kurguda gazete kesikleri kullanarak Leyla Erbil’e yazar selamı gönderiyor. Organlarınızı İstiyoruz da kaybolan insanlar, toplumdaki şiddet, çocukların masumiyetini yitirmesi gibi, gerçeklere temas noktalarıyla dikkati çeken bir öykü. Fantastik ve farklı bir dünya… Yer altında, Hades’te , söylencelerin içinde gibiyiz. Aslında yoksulluğun, yokluğun içinde (toplum gerçekleri içinde) olduğumuzu fark ediyoruz birdenbire. Burada kan ve şiddet, çocukların beslendiği bir kaynak durumunda. Yeni ve üstün bir ırk projesi uğruna, yaşamlar devlete adanıyor… Faşizm ve Nazizm deneyimleri… Öykü, bir robot veya makine tarafından alınmış kayıtlarla bitiyor. Bu ruhsuz ve soğuk tutanaktaki kayıtlara göre, yeni ırk, tamamen kontrol altına alınmış,  her şeyi her an kabullenen, halinden memnun bir üst ırk… Organlarınızı İstiyoruz,tam anlamıyla bir kara bilimkurgu örneği. Herkes Kendi Dünyasında ise tamamen diyaloglardan oluşuyor. Öykünün içinde başka bir öyküsüne, kendi kitabına göndermeler yapan bir yazarla karşılaşmak heyecan verici bir okuma deneyimi. Dış gerçeklik, diyaloglardaki kişiler aracılığıyla öykünün kurmaca dünyasıyla buluşuyor. Kurmaca ile gerçeklik bir arada; birbirine dönüşür durumda… Bir dergi çevresindeki yayıncı, yazar, editör ve çizerler… Gün boyu süren elektrik kesintisi nedeniyle çalışmayı bırakıp uyuyor, rüya yolculuğuna çıkıyorlar… Her birinin rüyası ayrı bir öyküyü oluşturuyor. Kentlerdeki düşsel sivil toplum örgütlerinde yer alan kişilerin ironik  dille yazılan öyküleri… Şehir Dilencileri Derneği, Gizlenmiş Göçebeler Örgütü, Rüya Tacirleri Odası, Mezarlıklardan Toplum Adına Da Faydalanmacı Ayyaş Hafiyeler Çetesi, Ruh İkizlerini Tesadüf Ettiren Dedeler Gönüldaşlığı…gibi düşsel örgütlenmeler ve oradakilerin aldıkları kararların deklerasyonları… Bu rüya-öykülerin bence en dikkate değer olanı  kapi numaralarini duzenleme e-grubu® başlığını taşıyor. İnternet dili, GSM mesaj dili bu rüyaya egemen olmuş durumda. Bu delik deşik dil, ne imla tanıyor ne de dil kuralı. Bir e-posta ya da chat grubu içindeki liseli gençlerin yazışmaları, konuşmaları… ÖSS ve gelecek kaygıları… Yazar, bu durumun bir parodisini yaparak, gençlerin dünyasını ne denli iyi tanıdığını gösteriyor. Gerçeği, sanatın içinde dönüştürmek;  yaşamı yeniden üretmek bence böyle bir şey olmalı…

Çiler İlhan, umut veren bir yazar… Gözlem gücü, deneysel bakışı, ironik dili, gerçeklere ince ince dokunan düşleriyle, okuyanlarda heyecan yaratıyor ve zamana yazacağı daha birçok yapıtı olacağına dair olumlu düşünceler uyandırıyor.

 Hülya SOYŞEKERCİ