Kılavuz

Çiler İlhan:
“Fantastik kurguya hala burun kıvırılıyor”
Söyleşi: Uğur Kart

– Öncelikle sizi daha önce Kül Öykü’den tanıyorduk. Ancak kitabınızdaki hikayeler daha çok oradaki tarzınızdan farklı. Kitabınızın daha çok yayınevinin de önceki çizgisine bağlı bir yanı var. O zaman iki yol çıkıyor karşımıza: biri kitabı bir konsept içinde toparlamak, ikincisi de toplama ve tek tek parlayan hikayelere yer vermek. Siz bu ayrımda tercih yaparken neye dikkat ettiniz?
Kitabı oluştururken hikayeleri bir şekilde birbirine bağlamak istedim. Bunu, kitabı Artemis Yayınları’na vereceğimi bile bilmeden çok önce, kendim öyle istediğim için yaptım. Okura kitaptan geçebildiği kadar bir bütünlük hissi geçsin istedim. Hikayelerimi bu bağlamda bir araya getirdim, kitaba uyanları aldım, bir kısmını yeniden yazdım, bu anlayışla birbirine göndermeler yaptırdım. Belki Rüya Tacirleri Odası’nın kapısından giremeyen, girmişlerinden daha sağlam hikayeler vardır, onlar da kusura bakmasın artık…

– Hikayelerinizde fantastik tarzın hakim olduğunu görüyoruz. Türkiye’de fantastik edebiyatın imkanını nasıl görüyorsunuz? Siz bundan sonraki hikayelerinizde fantastik tarzda devam edecek misiniz, yoksa bunu hikayelerin içinde bir motif olarak mı kullanacaksınız?
Türkiye’de fantastik kurguya genel olarak hala burun kıvırılıyor. Kaldı ki çok iyi örnekleri de çevrildi, yayımlandı. Elbette hızlı yazılmış, üstünde pek uğraşılmamış, çevirisi de çalakalem yapılmış pek çok fantastik kurgu kitap da var piyasada ama ben son birkaç yıldaki gelişmelerden ümitliyim. Sanırım bireysel çabalar orta vadede fantastiğin iyi edebiyat okuruna ulaşmasını sağlayacak.
Benim fantastikle ilişkimse sanırım hep devam edecek… Birkaç aydır üstünde çalıştığım bir roman var, novella olacak gibi gözüküyor. Onda da yine günlük yaşantılar dışına çıkıyorum. Fantastik kurgu yazıda sınırsız olanaklar açıyor bana.

– Dili kullanımınız için ciddi övgüler alıyorsunuz. Türkçe’yi farklı kullandığınız açık. Ancak bizce daha çok parlak cümleler peşindeymişsiniz gibi bir havanız var. Parlak cümleler de hikayenin tamamına yayılmadığında metindeki bütünlük hissini azaltıyor. Aynı şey kitap için de geçerli. Çok parlak hikayeler var ve kitap bir bütün olduğu için yine bütünlük hissini zayıflatıyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şunu belirtmeliyim: Bilinçli bir çabayla, özellikle parlak cümleler peşinde değilim. Dilimin kemiği ben yazarken kendiliğinden kırılıyor. Zaten bence içinizden gelmiyorsa, çıkıvermiyorsa dili eğip bükme ihtiyacı duymazsınız. Bu, amaçlı bir çaba olamaz gibi geliyor bana… En azından benim deneyimim bu yönde. Aksine, ben zihnimin elime dikte ettirdiği dil oyunlarını okuru çok zorlamamak, metni bozmamak adına azaltıyorum bile.
Diğer yandan, ne demek istediğinizi anlıyorum. Kitabım her satırına yayılan diliyle, tüm öykülerin aynı kalitede olmasıyla tam, olmuş bir bütünlük hissi verebilseydi, o zaman bu ilk kitabım değil üçüncü-beşinci kitabım olurdu. Ben de çok mutlu olurdum… Belki kitabın dil veya öyküleme kurallarına kendi çapında kafa tutması, özgür davranması, iddialı olduğu, birtakım iddialar taşıdığı yönünde yorumlanıyor ama bu benim ilk kitabım… İlk eserinde yetkinleşmiş dahilerden ne yazık ki değilim. Merdivenleri adım adım çıkıyorum ben.

– Hikayelerinizde olay gerilimi yerine durum gerilimi kullanıyorsunuz, ancak bu da karakter kurulumunu zayıflatıyor. Sizin hikaye anlayışınızda öncelediğiniz gerilimler nelerdir? (biraz hikaye anlayışınız üzerine söz ederek genişletebilirsiniz)
Hikaye, illaki de çok kuvvetli bir olay örgüsü gerektirmeyen, bir durumun, bir anın metinleşmesinden de yaratılabilen bir tür. Eğer roman derseniz, romanı sürükleyen en azından bir sağlam karakter olmazsa işi zor derim… Özellikle olay örgüsü ve karakter üstünde yoğunlaşmadığım doğru. Ben zaman zaman dilin kendisini ya da hikayenin yazı karakterini, imla işaretlerini de birer oyuncu gibi sürüyorum sahaya. Bununla birlikte, bazı hikayelerimde okurun hayalgücünde bir karakter çizmesine imkan verecek kadar yapılandırıyorum bazı kişileri. Mesela bu kitapta “Gece Kıyafeti” isimli öyküdeki Hüdaverdi de, patronu da yeteri kadar rol alıyor bana sorarsanız. Ya da “K.K. Sülük” için roman tohumu taşıyabilecek bir karakter çatısı yaratılabiliyor. Tabii dediğiniz gibi karakterlerin silik kaldığı başka öyküler de var. Tüm bunlar, hikayeleşmek üzere zihnime düşen ana, fikre, kişiye, duruma bağlı. Öyküdeki bu özgürlüğü seviyorum.

(Kılavuz, Mayıs 2006)